Loading...

Gıybet ve zararları




Gıybet


Gıybet konusu oldukça uzundur. Bu bakımdan biz önce gıybetin aleyhinde vârid olan kötülemeleri ve gıybet hakkında vârid olan şer'î delilleri beyan edelim.
Allah Teâlâ Kur'an da gıybetin kötülenmesini nass ile yapmış ve gıybet yapanı ölünün etini yiyen bir kimseye benzeterek şöyle buyurmuştur:
Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz (değil mi)!(Hucurât/12) Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Müslümanın her şeyi diğer müslümana haramdır: Kanı, malı ve namusu(nu pâyimâl etmek)...208
Gıybet, haysiyete hoş gelmeyen kelimelerle saldırmaktır. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber gıybeti, mal ve kan ile beraber zikretmiştir.
Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle dediğini rivayet eder:
Birbirinize hased etmeyin! Birbirinize buğzetmeyin! Kavga etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin. Bazınız bazınızın gıybetini yapmasın. Ey Allah'ın kulları kardeş olun!209
Câbir ve Ebu Said Hz. Peygamber'den (s.a) şöyle rivayet ediyorlar:
Gıybetten kaçınınız! Muhakkak ki gıybet, zinadan daha kötüdür. Çünkü kişi, bazen zina eder, tevbe eder ve Allah tevbesini kabul eder. Gıybet yapan bir kimse ise, gıybeti yapılan kişi kendisini affetmedikçe Allah tarafından affedilmez.210
Enes (r.a) Hz. Peygamber'in şöyle dediğini rivayet eder:
İsrâ gecesinde yüzlerini tırnaklarıyla paramparça eden bir kavmin yanından geçtim. Cebrâil'e 'Bunlar kimlerdir?' diye sordum. Cebrail 'Bunlar halkın gıybetini yapan, haysiyet ve mürüvvetlerine dil uzatanlardır!' dedi,211
Selim b. Câbir şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber'e gelerek dedim ki: 'Bana bir hayır öğret ki ondan faydalanayım!' Şöyle buyurdu:
Sakın yaptığın iyiliğin hiçbir şeyini az görme; isterse bu, elindeki kovadan su isteyen adamın kabına su boşaltmak olsun. Müslüman kardeşini güler yüzle karşılamanı tavsiye ederim. Dönüp gittiğinde de sakın gıybetini yapma!212
Berrâ b. Âzib der ki: Hz. Peygamber, evlerinde oturan hanımlara bile duyuracak derecede bize bir hutbe okuyarak şöyle buyurmuştur:
Ey sadece dilleriyle iman edip kalbiyle iman etmeyen kimseler! Sakın müslümanların gıybetini yapmayın. Kusurlarını araştırmayın! Çünkü müslüman kardeşinin kusurunu araştıran bir kimsenin kusurunu Allah araştırır ve Allah kimin kusurunu araştırırsa, önu evinin içinde olsa bile rezil eder.213
Rivayete göre Allah Teâlâ Hz. Musa'ya (a.s) şöyle vahyetmiştir: 'Kim gıybetten tevbe ederek ölürse, o cehenneme en son girecek kimsedir'.
Enes dedi ki: Hz. Peygamber (s.a) birgün oruç tutmayı emrederek şöyle buyurmuştur:
Sakın ben kendisine izin vermedikçe hiçbir kimse iftar etmesin!
Bunun üzerine halk oruç tutup akşamladı. İftar zamanı kişi gelir ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben bugünü oruçlu geçirdim. İftar için bana izin ver' derdi. Hz. Peygamber de kendisine izin verirdi. Böylece biri diğerini takiben izin almaya gelirlerdi. En sonunda bir kişi geldi ve dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Kureyş'ten iki genç kız oruç tutmuşlar, sana gelmekten utanıyorlar. İftar için kendilerine izin ver'. Hz. Peygamber adamdan yüz çevirdi, adam sözünü tek-rarladı, Hz. Peygamber yine onun sözüne kulak vermedi. Adam tekrar etti, bunun üzerine Hz, Peygamber şöyle buyurdu:
Onların ikisi oruç tutmamıştır. Bütün gün halkın etini yiyen bir kişi nasıl oruçlu sayılır? Git onlara şöyle de: Eğer oruçlu iseler istifra etsinler.
Bunun üzerine adam onlara gelerek durumu haber verdi. Onlar istifra ettiler. Onların ağızlarından kan çıktı. Adam Hz. Peygamber'e gelip haber verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun ki onlar bu kan parçasını karınlarında bıraksaydılar, ateş ikisini de yerdi.214
Bir rivayette Hz. Peygamber o kişiden yüz çevirdi, kişi sonra tekrar geldi ve 'Ey Allah'ın Rasülü! Allah'a yemin ederim, onların ikisi de öldü veya ölüme yaklaştılar' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber adama 'Onların ikisini huzura getir' diye emir verdi. Hz. Peygamber'e geldiler. Hz. Peygamber bir fincan istedi. Onlardan birine 'Bunun içine istifra et' dedi. O da irin, kan ve sarı sudan oluşan bir kusmuğu, fincanı dolduruncaya kadar boşalttı. Hz. Peygamber diğerine de 'istifra et' dedi. O da aynen o şekilde istifra etti bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: 'Muhakkak bu iki kadıncağız, Allah Teâlâ'nın kendilerine helâl kıldığı nimetlerden oruç tutup yemediler, fakat kendilerine haram kıldığı şeyle iftar ettiler. Biri diğerinin yanına oturdu. Başladılar halkın etlerini yemeye!
Enes şöyle anlatıyor: Hz, Peygamber bize hutbe okudu. Faizden bahsetti. Onun korkunçluğunu uzun uzadıya belirtti. Sonra şöyle buyurdu:
Kişinin faizden bir dirhem kazanması, Allah nezdinde günah bakımından, otuzaltı zinadan daha tehlikelidir. Faizin en çirkini ise, müslümanın ırzına dil uzatmaktır.215
Câbir der ki: Bir seferde Hz. Peygamber ile beraberdik. Sahipleri azap gören iki kabrin yanında durarak şöyle buyurdu:
Bu iki kabrin sahibi azap görüyorlar! Oysa azap görmeleri pek büyük olmayan bir suçtan dolayıdır. Onlardan biri halkın gıybetini yapardı. Diğeri ise küçük taharetten korunmazdı.216
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) bir hurma dalı veya iki hurma dalı istedi. O dalları kırıp sonra her parçayı bir kabrin üzerine dikmeyi emretti ve şöyle dedi:
Bu iki dal yaş oldukça (kurumadıkça) onların azabı hafifletilir.
Hz. Peygamber (s.a) Maiz b. Mâlik'i recmettiği zaman bir kişi yanındaki arkadaşına dedi ki: 'Bu (Maiz), köpeğin ansızın ölmesi gibi öldü!' Hz. Peygamber, bu iki kişi beraberinde olduğu halde bir leşin yanından geçti ve o iki kişiye dedi ki:
Şu leşi parçalayıp yeyiniz!
Onlar 'Ey Allah'ın Rasûlü! Biz leş mi yiyelim?' dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
İkinizin, müslüman kardeşinizin ölüsünden yemiş olduğunuz şey, bu leşten daha pis kokuyor.217
Ashâb-ı kirâm birbirlerine rastladıkları zaman birbirlerini güler yüzle karşılar, gıyablarında konuşmazlardı ve bunun, amellerin en faziletlisi olduğunu ve bunun aksini yapmanın da münafıkların âdeti olduğunu bilirlerdi.
Ebu Hüreyre der ki:
Kim dünyada müslüman kardeşinin etini yerse, ahirette ona o müslümanın eti yaklaştırılır ve kendisine 'Diri iken onun etini yediğin gibi ölü iken de ye!' denir. O da mecbur kalarak yer. Böylece geveler, tiksinir, bağırır ve yüzünü buruşturur.218
Bu söz aynı zamanda Hadîs-i merfû olarak da rivayet edilmiştir.
Rivayet ediliyor ki iki kişi, Mescid-i Haram'ın kapılarından birinin önünde oturuyordu. Daha önce kadınlığa özenen, fakat o anda o kötü âdeti terkeden biri onların yanından geçti. Onlar arkasından 'Onda kadınımsı hareketlerden bir şeyler kalmış!' dediler ve o sırada namaz için kamet getirildi. O iki kişi içeri girdi. Halkla beraber namaz kıldılar.
Söyledikleri söz onların kalbinde 'Acaba gıybet oldu mu, olmadı mı?' diye bir merak vesilesi oldu. Bunun üzerine ikisi Atâ'ya gelip hâdiseyi anlattılar. Atâ ikisine de yeniden abdest almayı, namaz kılmayı, eğer oruçlu iseler oruçlarını kaza etmelerini emretti.
Mücahid 'Azap olsun her ayıplayıcıya! Yüzlerine karşı dil uzatıcıya!' (Hümeze/1) ayetinin tefsirinde şöyle dedi: 'Hümeze halka taneden kimse, Lümeze halkın etini yiyen kimse demektir'.
Katade der ki: 'Bize belirtildiğine göre kabrin azabı üç çeyrektir. Bir çeyreği gıybetten, bir çeyreği koğuculuktan ve bir çeyreği de sidikten korunmamaktan gelir!'
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Allah'a yemin ederim ki gıybet, mü'min kişinin nâmını ifsad hususunda cüzzam'ın ceseddeki tahribatından daha süratlidir'.
Birisi şöyle demiştir: 'Biz selef-i sâlihîn'e yetiştik. Onlar ibadeti oruç tutmakta ve namaz kılmakta değil, dillerini halkın ırzından tutmakta görürlerdi'.
İbn Abbas şöyle demiştir: 'Sen, arkadaşının ayıplarını belirtmek istediğin zaman onun yerine kendi ayıbını belirt!'
Ebu Hüreyre şöyle demiştir: 'Sizden bir kimse müslüman kardeşinin gözündeki çöpü görür de kendi gözündeki merteği görmez!'
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Ey Âdemoğlu! Sen imanın hakikatini ancak sende mevcut olan bir ayıptan dolayı halkı ayıplamayı terkettikten sonra elde edebilirsin. Ancak o ayıbın ıslahına başlayıp nefsinde bulunan o ayıbı ıslah ettikten sonra elde edebilirsin. Bunu yaptığın zaman senin meşguliyetin, nefsin hakkında olur. Allah nezdinde kulların en sevimlisi böyle olanıdır'.
Mâlik b. Dinar şöyle anlatır: ''Hz. İsa (a.s) beraberinde havariler olduğu halde bir köpek leşinin yanından geçti. Havariler 'Bu köpeğin kokusu amma da fena' dediler. İsa (a.s) 'Onun dişinin parlaklığı ne de güzeldir' diye karşılık verdi. Sanki İsa (a.s) bu sözüyle havarileri, köpeğin gıybetini yapmaktan bile menediyor ve onların Allah'ın mahluku hakkında güzelden başka birşey söyle-memelerine dikkatlerini çekiyordu'',
Ali b. Hüseyin başkasının gıybetim yapan bir kişiyi dinledi ve şöyle dedi: 'Gıybetten kaçın! Çünkü gıybet, insan köpeklerinin katığıdır'.
Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Allah'ın zikrinden ayrılmayın! Çünkü onda şifa vardır. Halktan bahsetmekten sakının! Çünkü o hastalıktır'.
Allah Teâlâ'dan, ibadetine yönelmek için tevfîkini talep ederiz.
208)Müslim
209)Müslim, Buhârî
210)İbn Ebî Dünya, İbn Hibban
211)Ebu Dâvud
212)İmam Ahmed, İbn Ebî Dünya
213)İbn Ebî Dünya, Ebu Dâvud
214)İmam Ahmed
215)İbn Ebî Dünya
216)İbn Ebî Dünya, Ebu Abbas Değulî
217)Ebu Dâvud, Nesâî
218) İbn Merduveyh

Kaynak: ihyau ulumi’d-din   
Yazar  : imam gazali

 


Gıybet Sadece Dille Yapılmaz

 
Dil ile söylemek, ancak başkasına müslüman kardeşinin bir eksikliğini anlattığın ve hoşuna gitmeyen bir vasfını belirttiğin için haram olmuştur. Bu bakımdan ta'rizen kendisinden bahsetmek, açıkça kendisinden bahsetmek gibidir. Bu hususta fiil de söz gibidir. İşaret, îma, dudak bükme, göz kırpma, yazı, hareket ve maksadı belirten her türlü söz, açıkça söylemek gibidir. O halde bunların tümü gıybet ve haramdır,
Âişe vâlidemizin şu sözü îma ve işaret kısmındandır: Bizim evimize bir kadın geldi. Kadın gittikten sonra elimle kadının kısa boylu oluşuna işaret ettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) bana şöyle dedi:
Kadının gıybetini yaptın!225
Başkasının durumunu hikâye etmek sûretiyle taklidini yapmak da gıybettir. Aksayarak yürümek veya kişinin yürüdüğü gibi yürümek gıybettir, hatta azap bakımından gıybetten daha şiddetlidir. Çünkü böyle yapmak, kişiyi anlatmakta daha tesirli olur. Hz. Peygamber, Hz. Aişe'nin başka bir kadının taklidini yaptığını gördü ve şöyle buyurdu:
Bana şu kadar şu kadar verilse bile yine de bir insanın taklidini yapmak beni sevindirmez!226
Yazı ile gıybet de böyledir. Çünkü kalem de bir dildir. Bir kitabın yazarı, belli bir şahıstan bahseden kitabında onun konuşmasını çirkin gösterirse gıybet olur. Ancak konuşmayı böyle göstermeye kendisini mecbur eden birşey bulunursa, o zaman hüküm değişir. Nitekim ileride bu bahis gelecektir. Müellifin 'bir kavim şöyle dedi' demesi ise, gıybete dahil olmaz. Ancak gıybet, belli bir şahsa -ister diri, isterse ölü olsun- saldırmaktan ibarettir.
'Bugün bizim yanımızdan geçenlerin veya bizim gördüklerimizin bir kısmı' demen gıybettendir. Yani eğer muhatabın bu ibareden belli bir şahsı anlarsa, gıybet olur. Çünkü mahzurlu olan, muhataba belli bir şahsı anlatmaktır. Anlatmakta kullanılan metod ve sistem değildir. Eğer muhatab o konuşmandan belli bir şahsı anlamazsa öyle konuşman caizdir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) bir insanın herhangi bir hareketinden hoşlanmadığı zaman şöyle derdi:
Bazı kavimlere ne oluyor ki şöyle yapıyorlar?227
Hz. Peygamber isim söyleyerek eleştirmezdi. Senin 'Seferden gelenlerin bir kısmı, ilim iddia edenlerin bir kısmı' demen, eğer belli bir şahsı anlatan karine varsa gıybet olur. Gıybet çeşitlerinin en çirkini, riyakar kurra'nın (okuyucular) gıybetidir. Çünkü bunlar maksatlarını salâh ve takvâ ehlinin tabirleriyle anlatırlar ki zâhirde gıybetten kaçındıklarını gösterip maksadlarnı anlatmış olsunlar! Bunlar cehaletlerinden dolayı iki fâhiş hareketi bir arada yaptıklarını bilmezler: Hem gıybet, hem riyakarlık!
Yanında bir insandan bahsedildiğinde 'Bizi sultanın huzuruna girmekle, dünyada müptezellikle imtihan etmeyen Allah'a hamd olsun!' demek veya 'Hayânın azlığından Allah'a sığınırız. Allah bizi hayâsızlıktan korusun!' demek de öyledir! Bu konuşmasından maksadı; başkasının ayıbını anlatmaktır. Fakat adamı (güya) dua tabiriyle zikrediyor. Bazen de gıybetini yaptığı bir kimsenin medhini gıybetten önce yapar ve der ki: 'Filan adamın durumu ne güzeldir. İbadetlerde kusur yapmazdı. Fakat kendisine, bir gevşeklik musallat olmuş. Hepimizin müptelâ olduğu sabırsızlık belasına müptelâ olmuştur!' Böylece kendi nefsini zikreder. Oysa maksadı, onun zımnında başkasını kötülemek, kendi nefsini de, sâlih kimselere benzetmek sûretiyle övmektir. Böylece hem gıybetçi, hem riyakâr, hem de nefsini temize çıkarmış olur.
Dolayısıyla üç kötü davranışı bir araya getirmiş olur! Fakat cahilliğinden dolayı zanneder ki kendisi sâlih ve gıybetten korunan kimselerdendir ve bu sırra binaendir ki şeytan, câhillerle -ilimsiz olarak ibadete daldıkları zaman- oynar. Muhakkak şeytan onların yakasına yapışır, onları meşakkate sokar, hileleriyle onların amellerini yakıp kül eder. Onlara güler ve onlarla alay eder! Bir insanın ayıbı zikredildiği halde hazır bulunanlardan bazıları uyanıp da onu kavrayamaz. Bu bakımdan yapılan gıybeti anlamayan da anlasın diye 'Sübhânallah! Bu ne kadar da acaib imiş!' demek ve uyanmayan kişi kendisine kulak versin ve dediğini anlasın diye söylemek de gıybettendir. Böylece Allah Teâlâ'yı zikreder, onun ismini çirkin emeline ulaşmak için alet yapar. Oysa kendisi aldanmışlığından ve cehaletinden dolayı Allah'ı andığını sanarak
Allah'a karşı minnet eder ve 'Beni dostumuzun hakkında cereyan eden istihfaf üzdü. Allah'tan onun nefsini rahata kavuşturmasını isteriz' der. Böyle söylemesine rağmen üzüldüğü iddiasında yalancıdır ve dua etmesinde samimi değildir. Eğer maksadı hakarete uğrayan kişiye dua etmek olsaydı, o duayı namazından sonra gizlice yapardı. Eğer adamın hakarete uğraması kendisini üzmüş olsaydı, adamın hoşuna gitmeyen şeyi açıklamak sûretiyle gıybetini yapmak da kendisini üzerdi.
Yine der ki: 'O miskin adam büyük bir belaya uğramış! Allah bizim de, onun da tevbesini kabul eylesin!' Kişi bütün bu durumlarda dua ettiğini göstermesine rağmen Allah onun kalbindeki pisliğe muttali'dir. Onun gizli maksadını bilir. Fakat o cehaletinden dolayı, kendisinin, cahillerin açıkça günah işleyip cehaletlerinin gereğini yaptıkları zaman uğradıkları felâketten daha büyük bir felâkete maraz kaldığını bilmez. Benimsemek ve hayret etmek yoluyla gıybeti dinlemek de gıybettendir. Çünkü bu şekilde dinleyen bir kişi, gıybetçinin gıybet hususundaki keyfi artsın diye ve gıybette alabildiğine ileri gitsin diye onu şaşkın şaşkın dinler. Sanki o böyle davranmakla gıybetçinin içindekini söküp çıkarır ve şöyle demek ister: 'Hayret! Ben o adamın böyle olduğunu bilmiyordum. Ben onu şu ana kadar ancak hayırlı, sâlih bir kimse biliyordum. Ben onda senin söylediğinin tam tersi olduğunu sanıyordum. Allah bizi her türlü beladan korusun!' Zira bütün söyledikleri ve hareketleri gıybeti tasdik etmektir. Gıybeti tasdik etmek de gıybetten başka birşey değildir. Hatta susan da gıybetçinin ortağıdır! Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Gıybeti dinleyen, gıybetçilerden biri olur.228
Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer'den rivayet ediliyor ki onlardan biri arkadaşına 'Filan adam çok uyuyor!' dedi. Sonra ikisi birden ekmeklerini yemek için Hz. Peygamber'den bir katık istediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber 'Siz katıklandmız!' dedi. Onlar 'Bizim katıklanmadan haberimiz yok!' deyince, Hz. Peygamber şöyle dedi:
Evet, siz kardeşinizin etinden yediniz!229
Dikkat ettiğinde, Hz. Peygamber'in ikisini birden suçladığını göreceksin. Oysa o sözü söyleyen sadece onlardan biriydi. Diğeri onu dinliyordu. '(Maiz), köpeğin öldüğü gibi öldü!' diyen bir kişi olduğu halde Hz. Peygamber ikisine birden şöyle dedi:
Şu leşten yeyiniz!
İkisini birden leş yemeye davet etti. Bu bakımdan gıybeti dinleyen de gıybetin günahından kurtulamaz. Ancak diliyle veya korktuğu takdirde kalbiyle gıybeti reddederse veya gıybet meclisin-den kalkarsa veya gıybetçinin konuşmasını başka bir konuşma ile keserse gıybetçi sayılmaz. Aksi takdirde günahkâr olur! Eğer gıybetçiye diliyle sus deyip de kalben onun gıybetini dinlemek istiyorsa, bu münafıklık olur. Kalben gıybeti çirkin görmedikçe münafıklıktan kurtulamaz. Eliyle susması için işaret etmek veya kaşıyla veya kirpikleriyle işaret etmek yeterli değildir. Çünkü bu işaretler bahsi yapılan kişiyi hakir görmek demektir. Aksine o kişiyi tahkir değil de tazim etmeli ve açıkça onu müdafaa etmelidir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kimin yanında bir mü'min zelil ediliyorsa, o da kudreti olduğu halde o mü'mine yardım etmiyorsa, Allah onu kıyamet gününde insanların gözü önünde zelil eder (edecek).230
Kim (müslüman) kardeşinin bulunmadığı bir mecliste onun haysiyetini korursa, kıyamet gününde onun haysiyetini korumak Allah'a hak olur. Kim kardeşinin gıyabında onun
haysiyetini korur ve müdafaa ederse, o kimseyi ateşten azad etmek Allah'a hak olur.231
Gıyabında müslümana yardım etmek hususunda ve bunun fazileti hakkında birçok haberler vârid olmuştur. Biz bunları Sohbet Adabı ve Müslümanların Hakları bölümlerinde zikretmiştik. Bu bakımdan ikinci kez tekrarlamakla sözü uzatmak istemiyoruz.
223)İmam Ahmed, Ebu Dâvud, Tirmizî
224)İbn Ebî Dünya, İbn Merduveyh
225)İbn Ebî Dünya
226)Daha önce geçmişti.
227)Ebu Dâvud
228)Taberânî
229)Taberânî
230)İbn Ebî Dünya
231)Ahmed, Taberânî, (Ebu Derdâ'dan)

Kaynak: ihyau ulumi’d-din   
Yazar   : imam gazali

Gıybete Teşvik Eden Sebepler
 

İnsanoğlunu gıybete sürükleyen sebepler pek çoktur. Fakat bunları onbir sebepte toplamak mümkündür. Bu onbir sebebin sekizi, halkın geneliyle ilgilidir. Üç tanesi de din ehli ve havâsla ilgilidir. Halkın geneli hakkındaki sekiz sebep şunlardır:
1.Öfkesini teskin etmek. Bu tür gıybet, gıybeti yapılan adama kızmasına vesile olan bir sebep olduğu zaman meydana gelir. Çünkü kişi öfkesi kabardığı zaman karşısındaki adamın kötülüklerini söylemek suretiyle öfkesini dindirir. Eğer ortada gıybete mâni olacak din ve takvâ yoksa, dilin gıybete kayması tabiidir.Bazen öfkesini yenemez, öfke içinde birikir. Sabit bir kine dönüşür ve kötülüklerini daimi bir şekilde belirtmeye sebep teşkil eder. Bu
bakımdan kin ve öfke, insanı gıybete sürükleyen büyük sebeplerdendir.
2.Emsâl ve akranına uymak, arkadaşlarına ayak uydurmak ve konuşma hususunda onlara yardım etmektir. Çünkü arkadaşları, halkın gıybetini yaptıkları zaman, kişi onların yaptıklarını inkâr ettiği veya meclislerinden kalktığı takdirde arkadaşlarının ağrına gidip kendisinden nefret edeceklerini düşünür. Böylece bu hususta onlara yardımcı olur ve bunu da güzel muaşeretten sayar. Arkadaşlıkta müsamahalı davrandığını zanneder. Bazen arkadaşları öfkelenirler. Onlara uymak için o da öfkelenmeye mecbur olur ki sıkıntıda ve bollukta onlarla beraber olduğunu göstermiş olsun. Dolayısıyla onlarla beraber başkalarının ayıplarını ve kötü sıfatlarını saymaya dalar.
3.Bir insanın, bir şeyi kendi aleyhine kullanacağını, kendisine dil uzatacağını veya büyük bir insanın yanında halini çirkin gösterdiğini veya aleyhinde herhangi bir şahidlikte bulunacağını hissetmesidir. Bu takdirde o adam kendisini çirkin göstermeden önce
o adamı çirkin göstermeye acele eder. Onun aleyhinde bulunur ki onun kendi aleyhindeki şahidliğinin müsbet bir tesiri kalmasın veya önce doğru olarak onda bulunan şeyleri söyler ki arkasından ona iftira atsın ve önce söylediği doğrulardan ötürü, ettiği iftira revaç bulsun... Şahid tutar ve der ki: 'Yalan söylemek benim âdetim değildir. Çünkü ben size onun durumundan şu şu tarafları da haber verdim ve o da benim dediğim gibi çıktı'.
4.Herhangi bir şeye nisbet edilmesidir. Bu bakımdan nisbet edildiği şeyden kendisini uzaklaştırmak ister. Dolayısıyle o nisbeti yapanı açıklar. Oysa kendi nefsini o nisbetten kurtarmalı ve o nisbeti yapanı zikretmemeli ve intikam olarak başka kötülüğü ona nisbet etmemeliydi. Oysa kişi başkasının kendisiyle o fiilde ortak olduğunu zikreder ki o fiil hususunda kendini mâzur göstersin.
5.Tasannû ve gururu kasdetmektir. Bu, başkasını küçük göstermek sûretiyle kendini yüceltmek demektir. Bu bakımdan 'Filan adam cahildir, anlayışı kıttır, konuşması zayıftır' der. Böyle söylemekten gayesi; kendisinin faziletini isbat etmektir. Onlara kendisinin daha âlim olduğunu göstermektir veya kendisine yapılan tâzim gibi, gıybeti yapılan kişiye tâzim etmekten sakındırımaktır. Bu gayeye de ancak adamın gıybetini yapmak sûretiyle varabilir!
6.Haseddir. Hased, insanlar tarafından övülen, sevilen ve ikram edilen bir kimseyi çekememek dermektir. Böyle yapmakla o adamdan o nimeti gidermek ister ve o nimeti gidermek için de onun aleyhinde atıp tutmayı çıkar yol sanar Böylece halkın
yanında o adamın itibarını düşürmek ister ki halk ona ikram etmekten, onu övmekten vazgeçsin. Çünkü halkın o adamı övmelerini dinlemek, halkın o adamın medhini yapmasını ve ikramda bulunmalarını görmek ona ağır gelir. Bu ise hasedin ta kendisidir. Hased, öfke ile kinden ayrıdır. Çünkü öfke ve kin insanı cinayete sevkeder. Hased ise. bazen iyilik yapan dosta ve tabiatça kendisine uyan arkadaşa bile yapılabilir.
7.Oynamak, şakalaşmak, lâtife yapmak ve vakti gülmekle geçirmektir. Bu bakımdan kişi, başkasının ayıbını zikreder. Onun taklidini yapmak suretiyle halkı güldürür. Böyle yapmasının sebebi kibir ve gururdur.
8. Karşısındaki insanı tahkir etmek için kendisiyle istihzâ etmek ve kendisini alaya almaktır. Böyle yapmak bazen kişinin yanında, bazen de gıyabında cereyan eder. Bunun kaynağı gurur ve alaya alınanı küçük görmektir.
Havâss'ta bulunan üç sebebe gelince, bu sebepler, gıybete sürükleyen âmillerin en çetrefillisi ve en incesidirler. Çünkü bunlar şeytan tarafından hayırların içine gizlenmiş şerlerdir. Burada hayır vardır. Fakat şeytan o hayra şerri katmıştır.
Birincisi: Birinin hatasına veya bir gerçeği inkâr etmesine şaşmasıdır. Bunun kaynağı dindir. Bu bakımdan der ki: 'Benim filan adamdan gördüğüm, ne acaip bir şeydir!' Bu sözünde bazen doğru olabilir ve hakîkaten hayret etmesini gerektiren fiili de görmüş olabilir. Fakat onun buradaki vazifesi; hayret etmekle beraber adamın ismini zikretmemektir. Fakat şeytan onu, bu hayrete sebep olan adamın ismini zikretmeye sevkeder. Onun ismini zikretmekle gıybet etmiş olur ve bilmediği noktadan günahkâr olur. Kişinin 'Filan adamın durumuna hayret ettim. Câriyesi çirkin olduğu halde nasıl câriyesini sever. Filan adam câhil olduğu halde nasıl onun huzurunda oturur' demesi de bu türdendir.
İkincisi: Şefkat ve merhamettir. Şöyle ki, kişinin müptelâ olduğu dertten dolayı üzülür. Bu bakımdan der ki: 'Filan adam fakirdir! Onun derdi beni üzdü. Onun başına gelen belâlar beni oldukça sarstı!' Üzülme davasında doğru olabilir. Fakat üzülmek, adamın ismini zikretmesine sebep olmuştur. Böylece adamın ismini zikrederek gıybet etmiştir. Bu bakımdan üzülmesi, merhamet ve şefkat göstermesi hayırdır. Hayrete düşmesi de böyledir. Fakat şeytan onu bilmediği bir noktada şerre düşürmüştür. Çünkü kişinin ismini zikretmeden de üzülmek ve şefkat göstermek mümkündür. Fakat şeytan onu kendisinin üzüntü ve şefkattan dolayı elde ettiği sevabı iptal etmek için felâketzedenin ismini zikretmeye kışkırtır.
Üçüncüsü: Allah için öfkelenmektir. Kişi, bazen bir insanın yapmış olduğu münkeri gördüğü veya işittiği zaman öfkelenir. Dolayısıyla öfkesini belirtir ve adamın ismini zikreder. Oysa kendisine düşen vazife, adama karşı emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i an'il münker'i icra etmek sûretiyle öfkesini belirtmektir. Başkasının yanında o öfkeyi belirtmemek ve adamın ismini gizlemek ve adamı kötülükle anmamaktır.
İşte bu üç sebep, âlimler için bile idrak edilmesi gayet güç olan sebeplerdendir. Halk tabakasının bunları anlaması nerede kalır? Halk tabakası hayret etmek, şefkat göstermek ve öfkelenmek Allah için olduğu zaman bunlara sebebiyet verenin ismini zikretmekte herhangi bir beis yok zanneder. Oysa böyle sanmak yanlıştır. Gıybete ruhsat veren durumlar, bazı özel ihtiyaçlardır ki o ihtiyaç-larda isim zikretmekten başka çıkar yol yoktur. Nitekim bunun bahsi ileride gelecektir.
Amr b. Vâsile'den şöyle rivayet ediliyor: Bir zat bir grubun yanından geçti ve onlara selâm verdi. Onlar da onun selâmının karşılığını verdiler. Onları geçtiği zaman içlerinden biri 'Ben Allah için bu adamdan nefret ediyorum' dedi. Mecliste oturan diğer şahıslar 'Sen kötü konuştun. Allah'a yemin ederiz, biz gider ona senin söylediklerini söyleriz' dediler. Sonra aralarından birisine 'Ey filan adam! Kalk ona yetiş! Bu adamın söylediğini kendisine söyle' dediler. Onların elçisi adama yetişti ve söylenen sözü adama nakletti. Bunun üzerine adam, Hz. Peygamber'e geldi ve söyleneni Hz. Peygamber'e bildirdi. Hz. Peygamber kendisine 'Aleyhinde konuşan adamı çağır' diye emir verdi. O da gidip adamı çağırdı. Adam Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek söylediğini itiraf etti. Hz. Peygamber 'O halde neden bu adamdan nefret ediyorsun?' dedi. Adam 'Ben onun komşusuyum ve onun durumunu biliyorum.
Allah'a yemin ederim, farz namazdan başka onun namaz kıldığını görmedim' dedi. Gıybeti edilen adam, Hz. Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu adamdan sor! Acaba farz namazı vaktinden tehir ettiğimi veya farz namaz için aldığım abdesti üstün körü geçtiğimi, yahut namazın içindeki rükû ve secdeyi çirkin bir şekilde yaptığımı görmüş mü?' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, adama sordu. Adam 'hayır' cevabını verdikten sonra şöyle devam etti: 'Yemin olsun! Hem fâsık ve hem doğru insanlar tarafından, Ramazan ayından başka hiçbir ayda oruç tuttuğunu görmedim'. Gıybeti yapılan adam, Hz. Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sor kendisinden, acaba Ramazan ayında hiç oruç tutmadığımı veya Ramazan ayı hakkında kusur ettiğimi hiç görmüş mü?' dedi, Hz. Peygamber bunu sorunca adam şöyle cevap verdi: 'Yemin olsun! Ramazan ayında bir dilenciye veya bir fakire birşey verdiğini görmedim. Allah yolunda sarfettiğini ve infakta bulunduğunu görmedim. Ancak iyi ve kötü insanlar tarafından verilen şu zekat hariç!' Gıybeti yapılan adam, Hz. Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sor kendisinden! Acaba zekâtımdan hiç eksik ettim mi veya zekâtı alan zekât memurlarını hiç geciktirdim mi?' dedi. Hz. Peygamber bunu sorunca, adam 'hayır' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, gıybet yapan adama şöyle dedi: 'Kalk! Buradan git. Umulur ki o adam senden daha hayırlıdır'.232
231) Ahmed, Taberânî, (Ebu Derdâ'dan)

Kaynak: ihyau ulumi’d-din   
Yazar   : imam gazali

Gıybet'in Kefareti

 
Gıybet'i yapana farz olan, pişman olmak, tevbe etmek ve yaptıklarından dolayı üzülmektir ki böyle yapmakla Allah'ın hakkını ödemiş olsun! Sonra gidip gıybetini yaptığı kimseye kendisini helâl ettirmelidir ki o da helâl ederse, ona yapmış olduğu zulmün cezasından kurtulur. Gıybetini yaptığı adamdan helâllik istediği zaman mahzun, üzgün ve yaptığından dolayı pişman olmalıdır. Çünkü riyâkâr bir kimse bazen gıybetini yaptığı kimseden, muttakî olduğunu göstermek için helâllik ister. Oysa içinde gıybetten dolayı pişmanlık diye birşey yoktur. Böylece ikinci bir günah işlemiş olur! Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Gıybetçiye, helâllik istemek değil Allah'tan günahının affını istemek kâfi gelir. Bunun yeterli olduğuna Enes b. Mâlik'ten rivayet edilen hadîsle istidlâl edilir: Enes (r.a) Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Gıybetini yapmış olduğun kimsenin gıybetinin kefareti, onun için istiğfar edip, af talep etmendir.250
Mücahid şöyle demiştir: 'Kardeşinin etini yemenin kefareti, onu övmen, hayırla kendisine dua etmendir'.
Atâ b. Ebî Rebah'a 'gıybetten tevbe etmek' hakkında soruldu. Dedi ki: "Gıybetten tevbe etmek, gıybetini yapmış olduğun arkadaşına gitmen ve ona 'Ben söylediğimde yalan söyledim. Sana zulmettim ve su-i edebde bulundum. İstersen hakkını benden alabilirsin ve istersen beni affedersin' demendir.
Atâ'nın bu fetvası daha sağlamdır, İtirazcının 'Gıybetin karşılığı yoktur. Bu bakımdan gıybetten dolayı helâllik istemek farz değildir. Mal ise tam bunun hilâfmadır' demesine gelince, onun bu sözü zayıf bir sözdür; zira başkasının haysiyet ve mürüvvetine saldırana iftira cezasının tatbik edilmesi farzdır ve bu kimsenin yakasına yapışılır. Sahih bir hadîste, Hz. Peygamber'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
Kimin yanında müslüman kardeşinin haysiyet ve şerefi veya malı hususunda bir zulüm varsa, o kimse, kendisinde dinar ve dirhem (para) bulunmayan birgün gelmezden önce gidip o kardeşinden helâllik istemelidir. Çünkü o günde sa-dece onun hasenât ve sevabından alınır, gıybeti yapılana verilir. Eğer sevabı yoksa arkadaşının günahları alınır, kendisinin günahlarına eklenir.251
Hz. Âişe (r.a) başka bir kadına 'eteği uzundur' diyen bir kadına 'Sen onun gıybetini yaptın. Git kendisinden helâllik iste' demiştir. Bu bakımdan eğer gıybetçinin imkânı varsa, helâllik istemesi lâzımdır. Eğer gıybeti yapılan şahıs ortada yok veya ölü ise, en uygunu onun için af talep etmesi, duada bulunması ve onun nâmına hayırlar yapmasıdır.
Eğer 'Acaba helâl etmek farz mıdır?' dersen, cevap olarak derim ki: Hayır! Tarz değildir. Çünkü başkasına hakkını helâl etmek teberrudur. Teberru ise farz değil, fazilettir'. Fakat buna rağmen helâl etmek güzeldir. Özür dilemenin yolu, karşısındakini mübalâğalı bir şekilde övmek, ona kendisini sevdirmektir. Onun kalbini hoşnut edinceye kadar bu şekilde arkasını bırakmamaktır. Eğer buna rağmen kalbi hoş olmazsa özür dilemesi ve sevgi göstermesi, defterine yazılacak bir hasene olur. O hasene kıyamet gününde, gıybet kötülüğünün karşılığı olur. Seleften bazıları helâl etmezdi.
Said b. Müeseyyeb der ki: 'Bana zulmedene hakkımı helâl etmem!'
İbn Sirin der ki: 'Ben, gıybetimi yapana gıybeti haram etmedim ki kendisine hakkımı helâl edeyim. Muhakkak Allah ona gıybeti haram etmiştir. Ben ise hiçbir zaman Allah'ın haram ettiğini helâl edemem'.
Eğer 'O halde Hz. Peygamberin 'Helâllik istemesi uygundur' şeklindeki sözünün mânâsı -eğer Allah'ın haram kıldığının helâl edilmesi mümkün değilse- nedir?' dersen, cevap olarak deriz ki: 'Hz. Peygamberin maksadı; zulmü affetmektir. Yoksa harâmı helâle çevirmek değildir. İbn Sîrin'in dediği ise, gıybetten önce gıybeti helâl etmek hususunda güzel ve geçerlidir. Çünkü herhangi bir şahsa, başkasına gıybetini yapmasını helâl etmesi caiz değildir'.
Soru: O halde Hz. Peygamberin şu hadîs-i şerifinin mânâsı nedir ve o gıybetini nasıl sadaka olarak verirdi?
Sizden biriniz, Ebu Demdem gibi olmaktan aciz midir? Ebu Demdem evinden çıktığı zaman şöyle derdi: 'Ey Allahım! Ben gıybetimi yapmayı halk için sadaka olarak verdim (helâl ettim)'.
Yine gıybetini sadaka olarak veren bir kimsenin gıybeti helâl olur mu? Eğer o kişinin sadakasının kabul edilmemesi sözkonusu ise, o zaman Hz. Peygamberin bizi böyle yapmaya teşvik etmesinin mânâsı ne olabilir?252
Cevap: Bu hadîs-i şerifin mânâsı 'Ben kıyamet gününde, bana zulmedeni muâhaze etmek istemem ve onunla davaya da girmem' demektir. Aksi takdirde gıybet, hiçbir zaman böyle söylemekle helâl olmaz ve gıybet eden bir kimse de günahtan kurtulamaz. Çünkü böyle demek, günahın olmadan önce affedilmesi demektir. Ancak bu kişi dava etmeme sözüne sadakat göstermek niyetindedir. Eğer bu sözünden dönüp davacı olursa, diğer hukuklarda olduğu gibi, burada da kıyas böyle bir davaya yetkili olmasıdır. Fâkihler açıkça dediler ki: 'Kim kendisine iftira atmayı mübah kılarsa, iftira atana tatbik edilen cezadan onun hakkı düşmez. Bu, ahiret cezası gibidir'.
Kısaca gıybetçiyi affetmek daha faziletlidir. Nitekim Hasan Basrî şöyle demiştir: "Ümmetler kıyamet gününde, Allah'ın huzu-runda diz çöktükleri zaman 'Kimin Allah nezdinde ecri varsa ayağa kalksın!' denir. O zaman sadece dünyada halkı affedenler ayağa kalkarlar". Nitekim
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Affetmeyi şiar edin, mârufu emret ve câhillerden yüz çevir! (A'raf/199)
Hz. Peygamber (sa) de şöyle buyurmuştur: Ey Cebrâil! Ayetteki af ne demektir?
Cebrâil şöyle demiştir: 'Muhakkak Allah sana zulmedeni affetmeni emrediyor. Sıla-yı rahmi kesen akrabana sıla-yı rahim yapmanı ve seni mahrum edeni mahrum etmeyip vermeni emrediyor'.253
Bir şahıs Hasan Basrî'ye 'Filân adam senin gıybetini yaptı!' dedi. Bunun üzerine Hasan, bir tabak yaş hurma doldurarak o adama gönderdi ve şöyle dedi: 'Kulağıma geldiğine göre sen hasenât ve sevabından bana hediye etmişsin. Ben de o hediyene karşılık sana bu hurmaları hediye etmek istedim. Beni mâzur gör! Çünkü senin hediyene tam olarak karşılık vermeye kudretim yok!
250)İbn Ebî Dünya
251)Müslim, Buhârî, (Ebu Hüreyre'den)
252)Bezzar, İbn Sinnî, Ukaylî
253)Ebu Nuaym


Kaynak: ihyau ulumi’d-din   
Yazar   : imam gazali




Örnek Sokak 1a, 12345 Örnekşehir
+90 1234567890