Loading...

Kalp Zikri..





Zikir ile ilgili Ayetler:



1-) “Vele zikrullahi ekber- Allah’ı zikretme en büyüktür."(Ankebut-45)

2-) “Fezkirüni ezkirküm- Beni (Allah (ı) anın ki, Bende sizi anayım.” (Bakara-152)

3-)
“ Ey İman edenler! Allah’ı çok zikredin.” (Ahzab-41)

4-) “Ayık olun! Kalpler, Allah’ı zikretmekle mutmain olur.” (Ra’d-28)

5-) “Allah’ı çok zikredin ki kurtulasınız.” (Cuma-10)

6-) “Onlar ayakta, oturarak ve yanlarına yatmış halde Allah’ı zikrederler ve göklerin yerini nesnelerini düşünürler.” (Al-i imran-191)

7-) “Vezkürisme Rabbike- Rabbinin ismini zikret.” (Ala-15)

8-) “Zikrim için namaza kalk!” (Tâhâ-14)

9-) “Namaz, kötülüklerden münkerden kurtarır. Zikrullah ise en büyük olandır.” (Ankebut-45)

10-) “Unuttuğun zaman Rabbini zikret!” (Kehf-24)

11-)
“Ya Muhammed ! Sabah akşam beni zikret.” (A’raf-205)

12-) “Sabah akşam beni tesbih et! ” (Tâhâ-130)

13-) “İster Allah deyiniz, isterse Rahman; hangisini çağırırsanız çağırın; güzel isimlerin hepsi onundur.” (İsra-110)

14-) “Güzel isimler onundur; onlarla çağırınız.” (A’raf-180)

15-) “Mü’minler onlara denir ki; Allah anıldığı zaman, kalpleri titrer.” (Enfal-2)

16-)
“Bir kimsenin sinesini Allah açarsa, O Rabbi tarafından verilen bir Nur üzerine yürür. Kalpleri Allah’ı zikretmeye katılaşan kimselere yazıklar olsun!” (Zümer-22)

17-) “Sen ancak zikre uyan ve görmeden Rahman’a büyük saygı gösteren kimseleri uyarabilirsin…”(Yâ Sin-11)

18-)
“Onlar, Allah’ın zikrine dalarlar.” (Hadid-16)

19-) “Sümme telinu cülûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillah- Sonra ciltleri yumuşar ve kalpleri Allah’ın zikrine dalar… Allah’ın zikri üzerine olurlar…” (Zümer-23)

20-) “Allah size nasıl hidayet ettiyse, Allah’ı öyle zikrediniz.” (Bakara-198)

21-)
“Atalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah’ı zikredin.” (Bakara-200)

22-) “Sayılı günlerde Allah’ı zikredin (tekbir alın). ” (Bakara-203)

23-)
“Bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah’ı zikredin." (Bakara-239)

24-) “Rabbini çok zikret ve sabah akşam (O’nu) tesbih et! ” (Âl-i İmran-41)

25-)
“Namazı bitirdiğiniz zaman, ayakta,oturarak ve yanlarınız üzerinde (uzanarak) Allah’ı zikredin”(Nisa-103)

26-) “Rabbinin adını zikret ve bütün gönlünle O’na yönel” (Müzemmil-8)

27-)
“Sabah akşam Rabbinin adını zikret” (İnsan-25)

28-) “Allah’ın mescidlerinde, Allah’ın adının zikredilmesine engel olan ve onların harâb olmasına çalışından daha zalim kim vardır?” (Bakara-114)

29-)
“Münafıklar (iki yüzlüler) , Allah’ı (güya) aldatmağa çalışırlar. Oysa O, onları aldatır Namaza kalktıkları zaman da üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar Allah’ı pek az zikrederler.” (Nisa-142)

30-) “Şeytan, içki ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı zikretmekten ve Namaz kılmaktan alıkoymak ister (istiyor) ” (Maide-91)

31-) “Nefsini, sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut! Gözlerin dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın! Kalbini bizi anmaktan (zikretmekten) alıkoyduğumuz, keyfine uyan ve hep aşırılık olan kişiye itaat etme!” (Kehf-28)

32-) “O gün cehennemi kafirlere açıkça göstermişizdir. Onlar ki beni zikretmeye karşı gözleri perde içinde idi. Ve dinlemeye tahammül edemezlerdi” (Kehf-100-101)

33-)
“Ama kim beni zikretmekten yüz çevirirse, onun için dar bir geçim vardır. Kıyamet (Haşır) günü onu kör olarak süreriz” (Tâha-124)

34-) De ki; “Gece gündüz, sizi Rahman’dan kim koruyacak? ” “Hayır! Onlar, Rablerinin zikrinden yüz çeviriyorlar” (Enbiya-42)

35-) “Allah, tek olarak anıldığı zikredildiği zaman, Âhirete inanmayanların kalpleri ürker. Ama O’ndan başka (ilâh) ları anıldığı zaman hemen sevinirler.” (Zümer-45)

36-)
“Kim Rahman’ın zikrine karşı kör olursa, ona bir şeytanı saldırırız; artık o, onun arkadaşı olur.”(Zuhruf-36)

37-) “Şeytan onları kuşatmış, onlara Allah’ı zikretmeyi unutturmuştur. Onlar şeytan’ın hizbi (tarafı-yandaşı) dır. Muhakkak ki şeytan’ın hizbi kaybedecektir.” (Mücadele-19)

Hak dostlarının temel prensiplerinden birisi de “Vukuf-i Adedî” dir.

Manası, zikirde mürşidin tespit ettiği sayıya dikkat etmek, ölçüyü korumak, usule uymak, gerçek hedefe yönelmek ve böylece kalbi uyandırıp Yüce Allah ile huzura ulaşmaktır. Kısaca usulünce ilacı içip şifa bulmaktır.Her işte usül esastır. Usül işin temelidir. Arifler şu prensipte söz birliği etmişlerdir: “Usülsüz vusül olmaz.” Yani, usüle uymayan hedefe ulaşamaz.Bu yolda hedef Yüce Allah’tır. Usül ise edebe uymaktır. Edep, lazım olanı yapmaktır. Bu yolda neyin lazım olduğunu rehber belirler. Rehber Kur’an ve Sünnet’tir. Alimler Kur’an ve Sünnet’in tercümanıdır. Yolcuya düşen rehberine uymaktır.
Arifler vukuf-i adedî prensibini Kur’an ve Sünnet’ten almışlardır. Onunla hak yolcularına bir çok edep ve usul öğretmişlerdir. Bu usüller delil ve tecrübeye dayanır. Bu prensibin izahı içinde şu sorulara cevap bulacağız:

GENEL ZİKİR, ÖZEL ZİKİR


Zikirde sayı önemli midir? Herkes istediği şekil, usul ve sayıda Yüce Allah’ı zikredemez mi? Gaye sayı mıdır, zikir midir? Zikirden gaye nedir? Mürşidlerin belirlediği zikrin dışına çıkan bir mürid niçin zarar görür? Çok zikirden zarar gelir mi? Farklı zikir yapan çarpılır mı? Zikir çekmeyen terbiye olmaz mı? Zikir vazifesi ne zaman biter?

Zikir, genel ve özel olarak iki şekilde yapılabilir. Genel zikir bir zaman ve sayı belirlemeden günlük yaşantı içinde devamlı zikir ve fikir halinde olmak ve kalben Allahu Tealâ ile huzur halini muhafaza etmektir. Bu herkesin ilâhi sevgisine, ilmine, terbiyesine, tefekkür kabiliyetine ve manevi nasibine göre değişir. Yatarken, kalkarken, yerken, içerken, vasıtaya binerken, eve, camiye, işyerine girip çıkarken, bir işe başlarken, acı-tatlı olaylarla karşılaşıldığında öğretilen zikirleri yapmak bu kısma girer. Bu tür zikirler günlük virdden ayrıdır, yapılan amelin edebidir.

Özel zikir ise zamanı, sayısı ve şekli belirlenerek yapılan zikirlerdir. Bunların bir kısmını Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz öğretmiştir. Bize onları öğretildiği gibi yapmak düşer. Fayda ve fazilet bundadır. Aksini yapan hayırdan mahrum olur, vebale girer, zarar eder.

ŞEKİL VE SAYILAR NEDEN ÖNEMLİ?

Mesela, Efendimiz s.a.v. farz namazlardan sonra otuzüç’er defa “sübhanellah”, “elhamdülillah” ve “Allahu ekber” zikirlerinin yapılmasını ve bunun “lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike leh” zikriyle yüze tamamlanmasını tavsiye buyurmuştur. Buna aynen uyulmalıdır. Bu zikirler namazın peşinden yapıldığında sayısı bellidir. Bu sayıdan az veya çok yapmak uygun değildir. Onları otuzbeşe çıkaran kimse zarar ettiği gibi, otuzikide bırakan da zarardadır.

Bazı zikirlerde fazilet sayıya bağlanmıştır. Sayıyı korumayan kimse fazileti kaçırır. Yüce Allah’ı zikirden zarar olmaz diye bu sayıyı artırmaya çalışmak doğru değildir. Bu, şeytanın oyunudur. Çünkü şeytan kula emredilen bir ibadeti hepten terk ettiremezse, onu istenenden az veya çok yaptırarak faziletini yok ettirir. Kulluğun esası, Allah ve Rasülü tarafından istenileni yapmaktır.

Dinimizin vaktini, şeklini ve rekâtlarını belirlediği namazlar da bu kısma girer. Onlarda kendi akıl ve tercihimizle artırma, eksiltme yapamayız. Ezan, kamet, teşrik tekbirleri, telbiye gibi şekli belirtilen zikirler de böyledir.

VİRD NEDİR?

Özel zikirlerin bir kısmı alim ve ariflerce tespit edilmiştir. Bu tür zikirler, yapanların tercihine bırakılmıştır. Onlar, “Allah’ı çokça zikredin” emrine girer. Bu zikirlerin zamanı, sayısı, şekli ve yapılma usulü ariflerin içtihadına dayanmaktadır. Terbiye sahasında müçtehid olan kâmil mürşidlerin içtihat yetkisi vardır. Onlar bu zikirleri bir delil, müşahede ve tecrübeyle ortaya koymuşlardır.

Tasavvuf terbiyesinde işte bu zikre “vird” denir. Vird, her gün belirli zaman dilimi içinde yapılmak üzere belirlenmiş vazifelerdir. Bunlar, “Allah”, “lâ ilâhe illallah” gibi zikir lafızları yanında, namaz, Kur’an, salât u selam, tefekkür, murakabe ve rabıta gibi vazifelerdir. Bu vazifeler dinin övdüğü zikirler ve ameller içinden seçilmiştir. Onları ya ehli olan bir kimse kendi başına seçip uygular. Ya da bu vazifeler bir ehil mürşide tabi olunarak onun nezaretinde yapılır.

Bu zikirleri tek başına yapan kimse alim, arif, kâmil ve tecrübeli olmalıdır. Yoksa işi zor, tehlikesi çok olur. Çünkü zikirler farklı faydaları ve neticeleri olan ilaçlar gibidir. Ehil olmayan kimse kalbe ilaç olacak zikri seçerken yanılabilir, uygulamada yanlışlık yapabilir, sırayı karıştırabilir. Ayrıca, tek başına çekilen bir zikre şeytan müdahele edip edebini çiğnetebilir, safiyetini bozabilir, hedefini değiştirebilir.

Kâmil bir mürşidin terbiyesine giren kimse ise bu tür durumlarla yalnız değildir. Kâmil mürşid, manevi hastalıklarda mütehassıs doktordur. O, hangi manevi hastalığa ne tür bir zikrin ilaç olacağını bilir.

Günlük vird ilaç gibidir. Bu ilacın ne zaman ne kadar alınacağını manevi doktor olan mürşid belirler. Hastaya ilacı reçeteye uygun olarak içmek düşer. Kâmil mürşid, vird verdiği kimseye sevgi ve feyiz de verir. Onu kontrol eder. Dua ile destekler. Şeytanın tuzaklarını tanır, hilelerini bilir. Onun zikri kullanıp müridi düşürebileceği benlik, ibadetine güvenme, insanları küçük görme, Allah rızasını unutup keşif keramet gibi şeylere yönelme tehlikelerine karşı tedbir alır.

Mürşidin feyzi ve faydası müritteki samimiyet, itaat, gayret ve edebe bağlıdır. Mürşidin verdiği zikri beğenmeyen, onu yeterli görmeyip az veya çok bulan, başka zikirlere heves eden kimse, gizli bir muhalefet içindedir. Bunda ayrıca mürşidine karşı bir itimatsızlık ve ciddiyetsizlik mevcuttur. Bu durumdaki bir kimsenin mürşidden alacağı feyzi kesilir, kalbi karışır, terbiye yolu tıkanır, amel aşkı söner, hizmet heyecanı biter. Eğer durumunu mürşidi ile istişare etmez ise, bir zaman sonra onu terk eder; aklı, nefsi ve şeytanı ile baş başa kalır ZİKİRDE ASIL HEDEF

Arifler, zikirde verilen sayıya dikkat etmekle birlikte, asıl hedefin sayı değil, kalp huzuru ve ahlâk güzelliği olduğunu belirtmişlerdir. Büyük veli Alauddin Attar k.s. zikirden maksadın ne olduğunu şöyle açıklar:

“Zikirde sayının çok olması önemli değildir. Asıl önemli olan, kalbin zikrettiği Yüce Rabbi ile huzur bulmasıdır. Zikrin fayda vermesi ve kulda eserini göstermesi için bu gerekir. Zikrin tesiri önce kalpte, sonra bedende olur. Gerçek zikir kalpte Allah’tan gayri her şeyi siler, temizler. Kalpte ilâhi cezbe, aşk, tecelli ve birlik hasıl olur. Bu zikir sayesinde insan ilâhi tecellilere ulaşır, marifete erişir, ilm-i ledün sahibi olur.”

Nakşî yolunun piri Şah-ı Nakşibend k.s. de vukuf-i adedîyi ledün ilminin başlangıcı görür ve der ki:

“Gizli zikri bu usul üzere çekenler, bütün benliklerinde Yüce Allah’ın azametini hissederler, O’nun tecellilerini bütün eşyada müşahede ederler.”

Bu neticeye uygun olarak arifler zikri tek sayılar üzerinde yapmayı tavsiye ederler. Mesela bir nefeste üç, beş, yedi veya yirmi bir kere zikretmeli, zikri tek sayılarda bitirmelidir.NE ZAMANA KADAR ZİKİR?

Arifler der ki: Zikrin sayısı ve şekli değişebilir, fakat kuldan hiçbir zaman zikir vazifesi düşmez. Bu vazife ölene kadar sürer. Berzah ve ahiret aleminde de devam eder. Ayrıca, zikir ne kadar yüksek olursa olsun, kuldan hiçbir ibadeti düşürmez. Gerçek zikir, ibadetlere lezzet katar, kalbi destekler, kulu istikamet üzere tutar.

Bazıları, her şey zikirden ibarettir diyerek, bütün ibadetleri terk etmişlerdir. Bu büyük bir hatadır. Böyle düşünmek haramdır. ‘Biz zikir ile ulaşacağımız yere ulaştık, artık namaz, oruç, hac gibi ibadetlere gerek yok. Haramlar da bize zarar vermez, asıl hedef kalp huzurudur’ diyenlere büyük veli Cüneyd-i Bağdadi k.s. şu cevabı vermiştir:

- Evet ulaştılar, ama cehennem ateşine! (İbnu Acibe, İkazu’l-Himem)

Şu uyarı da onun:

“İşin başında Allah ile arasındaki hukuku sağlam ve güzel yapmayan kimse, manen ilerleyemez. Bu vazifelerin başında farzları yapmak, haramlardan kaçınmak, günlük virdlere devam etmek, fazilet olan işlere sarılmak, şüphelerden kaçınmak gelir. Kim bunları yerine getirirse, bundan sonrasını Allah kendisine ikram eder.” (Hânî, el-Kevakibü’d-Dürriyye)

Büyükler, kim mürşidinin sırrına ulaşmak istiyorsa virde sarılsın. Çünkü mürşidin sırrı onda gizlidir, demişlerdir.

Bir adam Cüneyd-i Bağdadi k.s.’nin elinde tesbih gördü. Hayret etti ve: “Sen bu derece yüksek şeref ve makam sahibi bir insan iken, hâlâ elinde tesbih mi taşıyorsun?” diye sordu. Büyük arif adama döndü ve dedi ki:

- Evet tesbih taşıyorum. O benim bu makamlara ulaşma sebebimdir. Onu hiçbir zaman terk etmem.” (İkazu’l-Himem)

Sabit el-Benanî k.s.’nin oğlu anlatır:

Vefatı yaklaştığında babamın yanına vardım. Kendisine kelime-i tevhidi telkin etmek istedim. “Babacığım lâ ilahe illallah de!” diye hatırlatmada bulundum. Bana dönerek: “Oğlum! Beni kendi halime bırak. Ben şu anda günlük altıncı virdimi yapmakla meşgulüm.” dedi. (İbnu’l-Cevzî, Sıfatu’s-Safve
Sultanımız Gavs-ı sani Haz. k.s Buyurdular...

“Zikre devam ediniz, virde önem veriniz. Çünkü kalbin tek ilacı zikirdir. Kur’an okumak, salâvat çekmek, hizmet etmek sevaptır; fakat bunlar kalbe ilaç olmaz, nefsin çirkin sıfatlarını değiştirmez. Nefsi ancak zikir terbiye eder.”

Bütün Allah dostları dostluk liyakatini zikir ve edeple almışlardır. Bizler de bu şereften nasiplenmek istiyorsak aynı yolu takip etmeliyiz GİZLİ ZİKİR: ZİKRİN EN HAYIRLISI

Zikirde esas olan gizliliktir. Çünkü zikredilen zat Allahu Tealâ’dır. O, kula şahdamarından daha yakındır. Bir defasında yolculuk esnasında Ashab-ı Kiram’ın yüksek sesle tekbir getirdiğini işiten Rasulullah A.S. Efendimiz, onları şu şekilde uyarmıştır:

“Böyle sesinizi yükseltip kendinizi yormayın. Siz kulağı sağır veya uzaktaki birisini çağırmıyorsunuz. Sizler, gizli açık her şeyinizi işiten, size çok yakın olan ve hep sizinle beraber bulanan Allah’ı zikrediyorsunuz.” (Buharî, Müslim, Ebu Davud)

Cenab-ı Hak kulun kalbine nazar etmekte ve onun içinden geçen düşünceleri bilmektedir. Bu durumda sesi yükseltip O’na bir şey duyurmaya hacet yoktur. Esas mesele kalbin uyanması ve Allah’a yönelmesidir.

Gizli zikir iki şekilde olur. Birincisi sadece kalple yapılır, ikincisi kalp ve dille yapılır. Ancak dilin katıldığı zikirde ses yükseltilmez, sadece kendi duyacağı kadar söylenir. Gizli zikir Rasulullah A.S. Efendimiz tarafından en hayırlı zikir olarak tanıtılmıştır. (Ahmed, Ebu Ya’la, İbnu Hıbban)

Kudsî hadiste, “Kulum beni gizlice içinden zikrederse, ben de onu zatımda zikrederim.” buyurulmuştur. (Buharî, Müslim)

Gizli zikri tercih eden arifler, işe kalpten başlamaktadır. Zikir ilk safhada sadece kalp ile yapılmaktadır. Zikir için Allah lafzı tercih edilmektedir. Dil damağa yapışık halde tutulup, kalp ile “Allah... Allah...” diyerek zikir çekilmektedir. Allah lafzı, Alemlerin Rabbi Yüce Yaratıcımız’ın özel ismidir. Diğer bütün ilâhi isimleri içinde toplamaktadır. Bu ism-i şerifle zikir çekildiğinde, bütün ilâhi isimlerin tecellisine ulaşılmış olmaktadır. Bu zikir kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefs latifeleri üzerinde çekilerek vücuda tam yerleştiği zaman, zikirlerin en faziletlisi olan “lâ ilâhe illallah” zikrine geçilmektedir. Ancak bu zikir kalp ve dil ile birlikte çekilmekte ve böylece bütün vücut zikre katılmış olmaktadır.
Gavs-ı Sânî (k.s) Hz.leri, bir sohbetlerinde zikir hakkında şöyle buyurdular:
“Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele hâlindedir. Rabbü’l-Alemin:

“Dikkat edin, uyanık olun; kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur,” buyurmuştur.” Ra'd 28

Kaynak: Kaynakları ile Tasavvuf

DR. Dilaver selvi



Kalp Nasıl Arınır?

Tasavvuf yolunun büyükleri kalbin arındırılıp saf hale getirilmesine büyük önem verirler. Çünkü kalp bunca zaman nefse tâbi olmakla gaflet karanlığına gömülmüş ve basiret gözünü kaybetmiştir. Eğer tedavi edilirse ilâhi nur ve feyzleri müşahade şerefine erecektir.
Maneviyat büyüklerinin bu tedavi için önerdikleri en önemli üç işlem şöyledir: Mâsivâyı kalpten gidermek zikre sarılmak ve rabıta. Bu üç işlemde asıl olan mâsivâyı gidermektir. Diğerleri mâsivâdan rahatça kurtulmaya vesiledir.

Mâsivâyı kalpten gidermek:


Kalbi asıl sahibinin yani Cenab-ı Hakk’ın feyz ve nurlarına açabilmek için O’nun yüce varlığının dışındaki şeyleri yani mâsivâyı gönülden çıkarmak gerekir.
İmam Rabbanî k.s. Hazretleri’nin de buyurduğu gibi dünya ve ahiret iki kuma gibidir biri memnun edilirse diğeri darılıp gider. Mâsivâyla dolu kalp ilâhi sevginin yerleşmesine engeldir. Sevgi kalbe yerleşmeyince de itaat zayıf olur. 19. yüzyıl şairlerimizden Şem’î şöyle söylüyor:
“Sür çıkar gayrı gönülden tâ tecelli kıla Hak Padişah konmaz saraya hâne mâmur olmadan.”

Zikrullaha sarılmak
:

Zikir kalpten mâsivâyı gidererek gaflet uykusundan uyanmanın vazgeçilmez yoludur. Büyükler kulu Yüce Allah’a bağlayan en kısa ve en kolay yolun zikirden geçtiğini söylemişlerdir.
Gavs-ı Sâni k.s. Hazretleri bir sohbetlerinde buyurmuştur ki: “Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir kuvvetlenir tatlanır manen hayat bulur.” (Arifler Yolunun Edepleri 98)
“Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur” (Ra’d 28) ayet-i kerimesi bu gerçeğe işarettir.
Yalnız zikrin tesirinin çabuk ve kuvvetli olması için büyüklerin tarif ettiği usule uyulmalıdır. Yani kâmil bir mürşidin rehberliğine başvurulmalıdır.

Rabıtaya devam etmek:


Rabıta tasavvuf yoluna ait bir tür terbiye metodudur. Mâsivâ ile dolu kalbi kâmil mürşide Cenab-ı Hak tarafından bahşedilmiş manevi feyzle yıkamaktır. Daha genel anlamıyla bir Allah dostunu model olarak seçip onun izlerinden yürümektir.
Kâmil mürşidin kalbi Cenab-ı Hakk’ın tecelli mekânıdır. Rabıta ile Hakk’ın nazar ettiği yere bakmak orayla irtibat kurmak güneşin aksettiği aynaya bakmak gibidir. Faydası büyüktür.

Kürşat Salih YAMAN - Semerkand dergisi

 




Bediüzzaman hazretleri;


" Bu seyrü sülük-i kalbinin hareket-i ruhaniyesinin anahtarları, vesileleri
zikr-i ilahi ve tefekkürdür." buyuruyor.

Bu zikir ve fikrin faydaları anlatılamayacak kadar çoktur.
Zikir ve fikir kalbi işletir. " Allah Allah" zikri ile kalp çalışır ve Allah'a ünsiyet kazanır.
Kul, şu kainatın dağdağalı, binbir türlü ezalı, cefalı, inişli yokuşlu hayatında,

" Zikrettiğim Allah Teala bana hazır ve nâzır, dertlerime devadır.
Zikretmekle kainatta yanlız değilim. Derviş olarak hem insanlar, hem cinlerin müslüman
olanlarıyla, hem meleklerle, hem mükevvenattaki nebatat ve hayvanatla zikirde müşterekim"
diyerek kalbinde geniş bir huzur bulur ve Allah'a şükreder.

Peki, Allah Teala'ya nasıl dua ve niyazda bulunulmalı ki, Allah'ın katında makbul olsun?
Bu yolda zikretmek çok kıymetlidir. Allah'ın esma-i hüsnasını yâd etmekle beraber,
fayda olarak kalbe indiremezsek ve letaiflerimizi çalıştıramazsak, o zaman zikirden beklediğimiz
neticeler hasıl olmaz. Zikrin meyveleri elimize geçmez ve ahlak-ı hamidemiz değişmez.

İnsan bilmeli ki bu kalp, pekçok kapısı olan bir saraya, her tarafı gösteren bir aynaya,
içine pekçok su akan bir havuza benzer. Kalbi bir havuz gibi düşünürsek göz, kulak,
burun gibi beş koldan duygular gelir. Zahirden ve batından kalbe hatıralar akar.
İşte o insanın mizacından meydana gelen ahlak, gazap ve hayal kuvvetleri,
kalbi her an bir halden bir hale çevirir.

Hatıra/havâtır dediğimiz şeyler, değişik düşünce ve değişik zikirlerden meydana gelir.
İnsanın hayatı boyunca kalbinde pekçok havâtır teşekkül eder. Bunlar, niyet,
azim, irade gibi hallerden geçer, kudrette intikal eder. Kudret eli, kolu, ayağı,
vücudu harekete geçirir. Bundan fiiller meydana gelir. Şu ahlde fiillerin teşekkülatı,
hatıraların mahiyet ve cinsine göre insanı ya mesul eder, Allah katında hesabı çetin
bir duruma sokar veya insana rahmet kapısını açar, ahirette nimet-i ilahiyeye ulaştırır.
Demek ki hatıralar iki kısımda meydana geliyor:
Bir kısmı isanı kötülüğe diğer bir kısmı da ileride faydası dokunacak iyiliklere sevk ediyor.

İşte kalbe akan bu iki değişik ırmağın biri melekten diğeri şeytandan olup
melekten akana ilham, şeytandan akana vesvese denir. Kalp, hayırlı hatıralara döndüyse
ve böylece yaptıkları şeriata ve sünnete uyduysa, şeytanın vesvese vermekteki
kolu kısalıyor, zararı azalıyor. Ama kalp şer olan işlere meyl edip Allah'ın emirlerine
uymadıysa, haram işlere yöneldiyse, şeytana bir fırsat düşmüş oluyor.
O zaman vesvesesini artırarak kin ve öfkemizi, garazımızı tahrik eder.
Şeytanın hakim olduğu kalp, nefisle birleşen kalptir. İtaatle Allah'a yaklaşan ve
meleğin ilhamından istifade eden insanın kalbini Allah muhafaza/tevfikini ikram eder.

Melek Allah Teala'nın öyle bir mahlukudur ki, o daima hayrı ifa eder. Hakk'ı keşfeder.
Yani Allah meleği kalbe muallim gibi koymuştur. Hiçbir ücret istemez.
İmam Gazâli Hz., bir insanın vücudunda360 meleğin bulunduğunu bildirir.
Şeytan ise meleğin tamamen zıddı olup şerii ve kötülüğü emreder;
insan hayır ve hasenat yapacağı zaman ona değişik korkularla vesvese verir.
Şeytanın verdiği bu vesvesesinin sonunda kalpte " hızlan"* meydana gelir.

Şu halde insan, bu iki çetin işin ortasındadır. Unutmayalım ki, bir otlaktaki koyunların
bir kısmı otlarken diğer bir kısmı da mezbahaya gider! Allah Teala kulu,
efaline göre bir halden bir hale koyar. Her insanın kalbi, yaratılış itibariyle
hhem hayrı hemde şerri kabul etmede aynı derecede yaratılmıştır. Şu halde kalp,
şeytanın iğvasını kabul ettiği gibi melaikenin ilham ettiği güzellikleri de yapmaya hazırdır.

Bir kul, Allah Teala'nın emirlerine riayet ediyorsa, mesela şehveti iffet derecesinde
evlilik ve nikah ile teskin ediyorsa; gazabını da merhametle adilâne kullanıyorsa,
o zaman nefsani kuvvetler zayıflar. Kalp, Allah'ın zikri ile meşgul olur.
Eğer insan, nefsani arzulara uyar ve dünya sevgisi kalbidne üstün gelirse
şeytanda vesvese vermeye imkân bulmuş olur. Şeytan ve meleğin askerleri
arasındaki bu meydan muharebesinde kulun seçtiği yol esas yoldur.



Mehmet Ildırar_
Mürşid ve Mürid Hukuku..



Erenler diyorlar ki:''Şu dört azanızı,şu dört şeyle yıkayınız.
1-Yüzlerinizi gözyaşlarıyla,
2-Dillerinizi Allah'ı zikirle,
3-Gönüllerinizi Allah korkusuyla,
4-Günahlarınızı tövbeyle.
      Ağlamak gözün zikridir.Şükretmek dilin zikridir.Vermek,elin zikridir.İbadet yerlerine gitmek ayağın zikridir.Korku ile ümit arasında olmak kalbin zikridir.Teslimiyet ve rıza ruhun zikridir.Hakkın ahkamını dinlemek kulağın zikridir.''








Örnek Sokak 1a, 12345 Örnekşehir
+90 1234567890