Loading...

Rabıta Nedir?




    
    Rabıta Nedir?

 

 

Mürid, mürşidini Allah ile kendisi arasında güvenilir bir rehber görmelidir. Onun Allah rızasına giden yolda en güzel bir vasıta ve vesile olduğunu unutmamalıdır.

Mürşidin uzaktan feyiz vermesi, kalplere tasarrufta bulunması Allahu Teala’nın kâmil velilere verdiği özel bir yetkidir. Allahu Teala velisini seven ve gönlünü onun gönlündeki nura bağlayan kimseye çok özel ikramlarda bulunmaktadır. Buna uzaklık mani değildir. Bunun örnekleri çoktur.

Mesela, Veysel Karanî Hz.leri Resûlullah (s.a.v) Efendimizi hiç görmediği hâlde muhabbet ve ruhaniyet yoluyla kendisinden özel terbiye ve feyiz almıştır. Efendimiz (s.a.v) onu ashabına anlatmış, ismini vermiş, sıfatlarından bahsetmiştir.

Ayrıca Hz. Ömer ile Hz. Ali’ye onu ziyaret etmelerini emretmiş ve onlara şu tavsiyede bulunmuştur.“Onunla karşılaştığınız zaman sizin için istiğfar etmesini isteyin ki Allah sizi affetsin”40 işte bu hâle temiz ruhların tanışması, kaynaşması ve yardımlaşması denir. Zaten rabıta birbirini seven ve özleyen ruhların buluşmasından ibarettir.

Kâmil mürşidin uzaktaki müridinin hâllerini Allah’ın izniyle bilmesi ve görmesi mümkündür. Ancak bu görme ve bilme şekli sınırlıdır. Mürşidin Allahu Teala gibi her şeyi gördüğünü ve bildiğini düşünmek haramdır, şirktir. Mürşiddeki bütün yetkiler, feyiz ve nurlar Allahu Teala’nın ikramıdır.

Şah-ı Nakşibend (k.s) bu görüşün nasıl olduğunu şöyle belirtmiştir:

“Veliler her gördüklerini Cenab-ı Hakk’ın kendilerine ikram ettiği feraset nuru ile görürler. Öyle ki bu nur ile baktıklarında uzak ile yakının bir farkı olmaz.”

Kâmil mürşidin sahip olduğu yüksek ahlak, feyiz ve nurlar onun ruhâniyetinden ayrılmaz. Bu ruhaniyet zaman ve mekân ile bağımlı ve sınırlı değildir. Allahu Teala dilediği kullarına bu ruhaniyet yoluyla pek çok faydalar ulaştırır. İmam-ı Rabbani’nin (k.s) belirttiği gibi; bu faydadan bazen mürşidin de haberi olmayabilir.

Bir mürid, devam ettiği rabıtasında şeyhinin sûretini düşünürken müşahede veya kendinden geçme (gaybet) gibi manevi hâllere ulaşırsa rabıtayı bırakıp gelen hâle yönelmesi gerekir.

Şah-ı Nakşibend (k.s) Hazretlerinin müridlerinden birisi huzurunda rabıta yapıyordu. Bir ara müridde manevi hâl zuhur etti. Fakat mürid hâlâ rabıta ile meşgul olmaya çalışıyordu. Şah-ı Nakşibend (k.s) durumu fark etti, müride hitaben: “Bana rabıtayı bırak, sana gelen hâle yönel!” diye uyardı.

Mürid, bir vasıta olmadan Cenab-ı Haktan vasıtasız ilim ve feyz alma gücüne ulaşamadıkça daima râbıtaya muhtaçtır. Arada bir vasıta olmadan feyz almaya güç yetirince vasıtanın terk edilmesi gerekir. Zira o hâlde vasıtayla uğraşılacak olursa netice manevi gerilemeye gider. Ancak rabıtanın bırakılacağı zamanı mürid değil, mürşid belirler.

Râbıtada mürşid ile mürid arasına kimse giremez, himmet dağıtamaz. Bana yönel ki seni mürşidle buluşturayım, gibi sözler doğru değildir.

Mürşidin sağlığında ondan başkasına râbıta edilmez. Bu iş ortaklık kabul etmez.Rabıtayı vasıta olmaktan çıkarıp gaye hâline getirmek yanlıştır. Rabıtadan asıl maksat mürşidi düşünmek değil, onda tecelli eden ilahi nur ve rahmeti seyredip Yüce Allah’ı zikretmektir.


Vesilelerin maksat kabul edilmeleri doğru değildir. Vesileye muhabbet, Allah sevgisine vesile olursa, kıymetlidir. Yoksa, hayırlı vesile olmaktan çıkar, kalbe perde olur, sahibine zarar verir.

ARİFLER YOLUNUN EDEPLERİ
SEYYİD SAKİ EROL





Rabıta, kelime olarak bir şeyi diğerine bağlamak, onunla ilgi ve alâka kurmak demektir.
Dinimizde rabıta, tefekkürün bir çeşididir. Tefekkür, varlıkları ve olayları düşünüp onlarda gizlenen ilahi rahmeti, hikmeti, kudreti fark etmek ve bu vesile ile kalbi zikre geçirmektir. Tefekkür farzdır. Kalbin en önemli vazifesi tefekkür yoluyla uyanmak ve Yüce Allah’a bağlanmaktır. Allahu Teala’nın zatından başka her varlık tefekkür edilebilir, hayâle alınıp üzerinde derin derin düşünülebilir.
Rabıta yapmak insana ait bir özelliktir. Kalbi ve gönlü olan herkes bir çeşit rabıta yapar. Ancak her rabıta şekli kalbi uyandırıp Allah’a ve ahirete bağlamaz. Tasavvufta tavsiye edilen rabıta, kendisine bakılınca Yüce Allah’ı zikrettiren bir kâmil insanı düşünmekten ibarettir. Kâmil insanın kalbi Allahu Teala’nın en fazla nazar ve tecelli ettiği bir mahâldir. Bu kalb, ilahi aşk ve zikirle mamur olmuştur. Ona bağlanan kalb de o aşk ve zikirden nasiplenir, beslenir, kuvvetlenir, mamur olur.
Rabıta, müridin kâmil mürşidini hayal ederek kalbini onun kalbine bağlamasıdır. Rabıta, birbirini seven ruhların kaynaşmasıdır. Rabıta, kalbin kalpten nur ve feyiz almasıdır. Rabıta,

gönlün gönle bakışı ve birinden diğerine sevgi akışıdır.
Rabıta, müridin terbiyesi için en mühim bir vasıtadır. Rabıta namaz gibi şekli, zamanı ve usulü dinimizce belirlenmiş bir ibadet değildir; kalbi uyandırıp huşu ve huzur içinde ibadete hazırlamaktır. Rabıta, manevi terbiye aracıdır. Rabıta, azgın nefis için en güzel ıslah ilacıdır. Rabıta, gafil kalbin uyanık kalbe bağlanıp uyanmasıdır. Rabıta, üzerine devamlı ilahi feyzin aktığı kalbe bağlanıp ondaki sevgi ve feyzi çekmektir.
Büyükler, rabıtanın özü itibariyle şu ayetlere dayandığını belirtmişlerdir: Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadık kullarımla beraber olun.”Tevbe, 119.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın. Onun yolunda mücahede edin ki kurtuluşa eresiniz.”Maide, 35.

Bütün gaye Allah’tan gerçek manada korkmaktır. Bu korku, Yüce Yaratıcıyı sevmek ve O’na koşmaktan ibarettir. Buna haşyet denir. Haşyet, sevgiliyi üzerim korkusu ile titremektir. Haşyet, gizli ve açık her hâlde hayalı olmaktır. Buna kısaca takva denir.

Her iki ayet-i kerime de takvayı emretmektedir. Takvayı elde etmek için birinci ayeti-kerimede Allah’ın sadık kulları ile beraberlik emredilmiş, ikinci ayeti-kerimede ise takva yoluna sevk edecek bir vesileye yapışılması ve nefsi terbiye için bütün yolların denenmesi istenmiştir.

İşte rabıta, Allahu Teala’nın sadık kulu ve kâmil dostu olan mürşid ile beraber olmanın bir şeklidir. Mürşide el verip intisap eden herkes onunla Allah yolundaki beraberliğine ilk adımı atmış olur. Sonra onun terbiyesine giren kimsenin zâhirî beraberliği başlamıştır. Bu işte asıl hedef kalp ve gönül beraberliğidir. Kendisine gönül bağlanan kâmil mürşid Allah’a ulaşmada en güzel bir vesiledir. Bütün bunların sonucu zikir ve edebtir, kısaca takvadır. Mürşidin Allah’a ulaşmada bir vesile ve vasıta olmaktan başka bir görevi yoktur.

Ulu arifler rabıtayı şöyle tarif etmişlerdir:
“Rabıta, müşahede makamına ulaşmış, ilahi huzurda kabul görmüş, Allah’ın nuru ve edebiyle süslenmiş kâmil bir mürşide kalbi bağlamaktan ibarettir. Çünkü kâmil mürşidin kalbi ilahi nur, feyiz, sevgi ve ilimler için bir merkez yapılmıştır. Ona yönelen ve sevgiyle bağlanan bir kalbe, oradan nur, feyiz, sevgi ve ilim akar. Bu kuvvetli kalp müridin zayıf kalbini besler.

Kendisine rabıta yapılacak mürşid, nefsini ıslah etmiş, huzur makamına ulaşmış, Allahu Teala’ya tam teslim olma hâlini elde etmiş ve en önemlisi insanları terbiye için görevlendirilmiş olmalıdır. İrşat izni ve ehliyeti olmayan kimseye yapılan rabıta, hem yapana hem de yapılana zarar verir.

Kısaca, kendisine rabıta yapılacak mürşid, Hz. Rasulullah’ın gerçek varisi, nazarları şifa, manevi tasarruf sahibi, icazetli bir kimse olmalıdır. İşte müridin böyle bir kâmil mürşide kalbini bağlayıp, huzurunda ve gıyabında onun sûret ve ruhaniyetini hayaline almaya, onu kendisi ile birlikte düşünerek, yanındayken takındığı tavrı, uzağında iken de sürdürmeye rabıta denir.

Rabıtanın aslı muhabbete dayanır. Muhabbet rabıtası, müridin mürşide olan ileri seviyede sevgisi ve edep ile gerçekleşir. Bu rabıtaya devam eden mürid, yavaş yavaş mürşidinin boyasına boyanır, onun hâlleri ile hâllenir, ahlakına bürünür, sevgisi ile tatlanır, güzelleşir ve kâmil bir insan olur. Çünkü muhabbet rabıtası seveni, sevilenin sıfatlarına sokar.

Bilinmelidir ki kulun tek başına mukarrebun makamına çıkması, yakin ve müşahede hâlini elde etmesi çok zordur. Bunun için bu güzel hâllere ulaşmak isteyen kimseye, o hâlleri elde etmiş, yolu bilen kâmil bir mürşid gereklidir. Böyle bir mürşidi bulan müridin, onun ruhaniyetini vasıta yapıp ilahi feyiz ve nurlarından bolca nasiplenmesi gerekir. Bunun en kısa yolu muhabbet rabıtasıdır. Müridin, mürşidinin huzurunda feyiz alması kolaydır. Huzurunda olduğu gibi gıyabında da edep ve feyiz alabilmesi için mürşidinin kalbine yönelerek onun sûretini çokça hayal etmesi lazımdır.

Rabıtada Hedef

Rabıtaya devam eden mürid, zamanla fenafillah makamına yükselir. Bu makam, ihsan mertebesi olup Yüce Allah’ı görüyormuş gibi O’na kulluk yapma makamıdır. Mürşid, bu makama ulaştırdığı müridini Allahu Teala’ya emanet eder, aradan çekilir. Artık rabıta, murakabeye döner.

Murakabe, kulun her an Allahu Teala’nın nazar ve kontrolü altında olduğunu kesin olarak bilmesi ve bunu hissetmesidir. Böylece kalbi uyanan ve bütün vücudu ile zikre geçen mürid, kainattaki bütün varlıkları tefekkür etme derecesini elde etmiş olur. Artık her şey onun için bir zikir sebebi olur.

Kâmil mürşid, ilahî sırların toplandığı bir mahâldir. ilahi sırlar ve nurlar, Resulullah (s.a.v) Efendimizden itibaren manevî verâset yoluyla kâmil mürşide ulaşır. Ondan da kendisine bağlanan müridine intikal eder. İşte rabıtanın en büyük kazancı, kalbi bu nur ile aydınlatmaktır.

 

Rabıta Risalesi ve Rabıtayla Alakalı Sorular - Tasavvufta rabıta

R A B I T A   RİSALESİ  BÖLÜM 1

         Tasavvufi eğitim açısından mürşidi kamiller Rabıtaya önem vermişlerdir. Tabi bu arada değişik rabıta uygulamaları da meydana gelmiştir. Biz risalenin bu kısmında alimlerin rabıta hakkındaki görüşlerini, mutasavvıfların rabıta hakkındaki görüşlerini, delillerini ve rabıta tariflerini bir araya getirmeye çalıştık. Bu arada ana başlıklar halinde Rabıtayı üçe ayırıp bunları delilleriyle birlikte istifadenize sunmaya gayret gösterdik. En son kısma ise, Rabıta hakkında yapılan tenkitleri koyarak okuyucunun daha sağlıklı düşünmesini sağlamaya çalıştık. Hatalı bir kul olduğumuz için risaledeki hatalar bizden kaynaklanmıştır. Cenab-ı Hak cümlemize doğruları bulabilmek için doğru bir anlayış ihsan etsin amin.

RABITANIN  LÜGATTAKİ  MANASI


         Rabıtanın lügat manası, Rapteden, bağlayan, bitiştiren, münasebet, alaka, bağlılık, yakınlık, iki şeyi birbirine bağlayan şey anlamlarına gelmektedir.



RABITA  HAKKINDA  ALİMLERİN  GÖRÜŞLERİ

1-Prf. Dr. H. Kamil YILMAZ:
         Aslında �rabıta� bağ, alaka, artırmak, güçlendirmek, vuslat ve muhabbet anlamlarınadır. Nasıl sevgi, sevgilinin hayalini, güzelliğini, hal ve hareketlerini düşünerek kalbi sevgiliye bağlamak ise, rabıtada aynı şekilde kişinin mürşidine sevgiyle gönülden bağlanmasıdır.
   
         Kur�an�da aynı kökten �ribat�, �murabata�, �rabt-ı kalb� şeklinde muhtelif kavramlar yer almaktadır... Rabıta her ne kadar Nakşibendiyye tarikatına has bir özellik olarak dikkat çekiyorsada, aslında bütün tarikatlarda vardır. Hatta insan olan her yerde rabıta vardır. Çünki rabıta, fıtri ve tabii bir olgudur... Tasavvuf da hedeflenen kamil insanı yetiştirmek üzere müridlerin gönlüne kamil bir model konulur ve mürid onunla aynileşmeye çalışır... Tasavvufta rabıtanın amacı �rabıta-i huzur (kalb)��dur. Yani salikin daima huzur-i ilahide bulunduğu duygusunu sağlamaktır. Her an Allah�ı karşımızda görür gibi yaşamaktır. Bunu sağlamak çok zor bir olaydır. Çünkü Allah müşahhas bir varlık değildir. Öyleyse kulun yoğunlaşmasını sağlayacak, teksifini kolaylaştıracak bir terbiyeye ihtiyaç vardır. Tasavvuf ta bu terbiye yollarından biride insan-ı kamil konumundaki şeyhle kalbi irtibattır. Mürşid-i kamil, kendisine bağlana saliki alır, önce hz. Rasul�de fani olmaya; ardından da asıl paye olarak Rabb-i Müteal�de faniliğe ulaştırır. Rabıta bir bakıma başkalarına benzeme ve taklid arzusunun tezahürüdür. ... Tasavvufta rabıta, kamil ahlak sahibi kişilerle kurulması istenen sevgi bağıdır. Sevenle sevilenin bir olmasıdır. Tasavvufta rabıta, müşahade ve ıyan mertebesine ulaşmış bir mürşid-i kamile gönül bağlamak, huzurunda ve gıyabında onun suretini, siretini ve ruhaniyetini hayal etmek, yanında iken takındığı tavrı, gıyabında da sürdürmeye çalışmak ve edebe riayet etmektir. Rabıtada önemli olan şeyhin suret ve siretini hayalde muhafaza etmektir.... Netice itibariyle rabıta, Allah ile kul arasına üçüncü bir şahsı sokarak irtikab edilmiş bir şirk değil, aksine müridin önüne ve gönlüne sunulmuş bir model şahsiyete benzeme arzusu, onunla kalb ve kalıp beraberliğini sürdürmesidir.1

2-Prf. Dr. Osman TÜRER:
         Arapça da bağlantı, bağlantı vasıtası, alaka, münasebet manalarına gelen �rabıta� tasavvuf ıstılahı olarak; salikin kamil bir şeyhe kalbini bağlayıp, huzurunda ve gıyabında o şeyhin sureti, sireti ve bilhassa ruhaniyetini hayalinde kendi ile birlikte muhafaza ederek, yanında bulunduğu zamanki edebe bürünmesi demektir.... En yaygın şekilde Nakşibendiyye tarikatında uygulanan rabıtanın tasavvuf psikolojisi açısından büyük önemi vardır. Rabıta, bir bakıma müridin, cismen beraber olamadıkları anlarda da ruhen mürşidin huzurunda olmasını ve böylece mürşidin manevi otoritesinin devamlılığını temin eden bir vasıta durumundadır. Mürid şeyhine rabıta etmekle, onun vasıtasıyla resulullaha, onun vasıtasıylada hak tealaya rabıta etmiş olmaktadır. Melamiler rabıta yapmaya �gönül beklemek� derler. Rabıta oldukça hassas bir konudur. Esprisi tam olarak anlaşılmayan ve usulüne göre uygun yapılmayan rabıta, müridin gizli şirke sapmasına neden olabilir. Nitekim bazan rabıta yapıyorum derken, haşa şeyhi Allah yerine koyup her şeyi ondan bekleyenlere rastlanmaktadır ki, bu son derece tehlikelidir. Bundan dolayı tasavvufa karşı olan kimselerin en çok itiraz ettikleri konulardan biriside rabıtadır. 2

3-Prf. Dr.Mustafa KARA:
         Kelime anlamı bağ, ilgi, birlik, ve cemiyet olan rabıta, tasavvuf düşüncesinde müridin dünya ve dünyayla ilgili şeyleri kalbinden çıkarıp, şeyhinin şahsını gönül gözünün önüne getirmesi, kalbini ona bağlaması demektir. Sufilere göre şeyh matlub ve maksud olan Allah ile mürid arasındadır. Yani Allah�ı insanlara o tanıtıp sevdirir. Müridin şeyhine rabıta yapmakla gerçekte Allah�a ulaşmak istemektedir. Vuslattan sonra şeyhe olan sevgi devam eder, fakat ona rabıta yapılmaz. Rabıta her müşkili halleder. Rabıta sırrullahtır. Onunla her şey neşeye dönüşür. Hayatın lezzeti onunla tadılır. Rabıta vücut gemisinin dümeni gibidir. Rabıtasız hayat yolculuğu sürekli bir çalkantıdan ibarettir. Nereye ve nasıl geldiğinin farkına varılmaz. Kusur ve eksiklikler yine rabıta ile düzeltilir. İlk zahidlerde var olan �kalbi şeyhe bağlamak� prensibinin zaman içinde rabıtaya dönüştüğünü de düşünmek mümkündür. Melamiler, rabıta kelimesi yerine �gönül beklemek� tabirini kullanırlar. Rabıtaya en çok önem veren tarikat Nakşibendiyedir. Halvetiyenin Şabaniye kolunun büyük şeyhlerinden kuşadalı İrahimde rabıtaya çok önem veren bir sufidir. Onun konu ile ilgili kanaatleri şöyledir: Allah�a giden yolun en esaslı rüknü rabıtadır, onsuz seyrü süluk hayatı olamaz. Tarikatta mizan ve ölçü odur. Peygamber sevgisi rabıta ile gerçekleşir. Rabıtanın zaman ve mekanı yoktur. Ölülerle rabıta fayda vermez. 3

4-Muhammed  Zahid El-KEVSERİ:
         �Sadıklarla berber olunuz� ayeti, rabıtaya delalet etmektedir. Asrımızda bazıları rabıta konusunda konuşmayı müşkil görüyorlar. Ben ise böyle görmüyorum. Çünkü selef ve halef ulemasından rabıtayı inkar eden kimseye rastlanmaz. Aksine İmam Razi ve Taftazani gibi alimler, ölüme karşı teveccühü istifaze isteyenler için gerekli bir iş olarak görürler. Bu işe, ancak hayal hazinesini tasavvur ederek teveccüh etmekle olur. Bunada tasavvuf ilminde �rabıta� denir. Usul ve füruda mükteda  bih bir imam olan Vadiu�ş-Şeria müellifi, rabıtanın salik için luzumlu olduğunu sarih olarak ifade etmiştir. 4

5-Halil GÜNENÇ:
         Rabıta, arapça bir kelime olup, bağlamak manasını ifade eden �rabt� kökünden alınmıştır. Bağlayıcı manasına gelen rabıta tasavvuf ıstılahında, müridin beyat edip intisap ettiği mürşidinin suret ve siretini tahayyül ederek onun huzurunda ve meiyyetinde olduğunu fikren yaşamasıdır. Mürid ile mürşidin arasındaki irtibatı güçlendirmek için hususiyle nakşi tarikatında çok önemli bir yeri vardır ve en yüksek esas ve edeplerinden kabul edilmiştir. Bir çok müfessir, �Ey iman edenler! Allahtan korkun ve sadıklarla beraber olun.�(Tevbe suresi ayet 119) ayet-i celilesini açıklarken, Allah Teala�nın, hem sureten hem de manen sadıklarla beraber olmayı emrettiğini beyan etmişlerdir. Tasavvuf sahasına damgasını vurmuş, İslam�a ve müslümanlara yaptıkları hizmetlerin inkarı mümkün olmayan Abdulkadir Geylani, İmamuş Şarani, İmamur Rabbani, ve Halid-i Bağdadi (Rahmetullahi Aleyhim) gibi büyük zatlar, rabıtaya çok önem vermişlerdir. Bütün bunların ışığında, şairin dediği gibi bende şunu derim: Gerçek �Hezami��nin dediği gibidir. (Yani yukarıda bahsi geçen imamların dedikleri haktır.) Gerçekten bir insanı tasavvur etmek, manevi huzurunda bulunmak, onun suret ve siretini tahattur etmek ve buna belli bir zaman ayırmakta ben, dini bir sakınca görmüyorum. Zaten bu bir ibadet değildir. Ben vefat etmiş babamı zaman zaman hatırlıyorum, onun şeklini, ibadetlerini, tavır ve hareketlerini düşünüyorum. Bu, bende babama karşı bir hasret, bir iştiyak meydana getiriyor ve sevgime sevgi katıyor. Bunu yapmayı bir evlatlık vazifesi görüyor ve yapmamanın nankörlük olacağını düşünüyorum. Bununla beraber rabıta, ictihadi bir meseledir. Bazı büyük zatların ictihadı neticesinde ortaya çıkmıştır. Onu kabul edip uygulayan kimseyi şirk ile itham etmek, büyük bir vebal olduğu gibi, herhangi bir kimsede onu kabul etmediğinde o kimsenin küfürle itham edilmesi doğru değildir. Bu mesele, diğer ictihadi meseleler gibi değerlendirilmelidir. 5

6-Said-i Nursi k.s.:
          Ehli tarikatın ve bilhassa Nakşilerin dört esasından biri ve en müessiri olan rabıta-i mevt Eski Said-i Yeni Said�e çevirmiş ve daima hareket-i fikriyede Yeni Said�e yoldaş olmuş, başta ihtiyarlar risalesi olarak, risalelerde o rabıta keşfiyatı göstere göstere ehli iman hakkında mevtin nurani ve hayatdar ve güzel hakikatını görüp gösterdi. 6

          Said-i Nursi k.s. ayrıca hakikat çekirdekleri 2. cüzünde Nakşi Rabıtası Şirkmidir? Sualine, olmadığı noktasında cevap vermiştir. 7 Bu metin, tarafımızdan günümüz türkçesi ne göre sadeleştirilerek aşağıda istifadenize sunulmuştur.

          1- Bir kısım ulema-i zahir tarafından şirkle itham edilen; Nakşibendi rabıtası neye bina edilmiştir.
(Bir kısım zahiri alimler tarafından Allah�a eş koşmakla suçlanan; Nakşibendi rabıtası neye dayandırılmaktadır.)

         İslamiyete göre bütün fiilleri yaratan Allahtır. (islamiyet) Hem vasıta ve sebebi, gerçekte hükmünü yürüten, tesir eden olarak kabul etmez. Vasıtaya kendini değilde başka bir şeyi ifade eden gözü ile bakılır. Tevhid inancı ve teslim vazifesi ve İşi Allah�a bırakmak bunu gerektirir.
    Hıristiyanlık sebebi ve vasıtayı, gerçekte hükmünü yürüten, tesir eden olarak kabul eder ve (sebebi ve vasıtayı ulaşılacak şeyin) kendisi olarak görür.
   (Hıristiyanlardaki) Oğul inancı ve Allah�ın kudretinin paylaştırılması öyle ister ve bunu gerektirir.
   Onların (Hıristiyanların) azizleri, ifade edilen (ulaşılmak istenilen) şeyin kendileri oldukları için, (her biri birer ) feyiz kaynağı ve güneşin ışığının bir görüşe göre başka bir hale geçerek lambanın aydınlatması gibi, birer nurun kaynağı (kendisi) gibi bakıyorlar.
   Bizde ise evliyaya; başka bir şeyi ifade eden yani; ayna (nasılki) güneşin ışığını yaydığı, yansıttığı gibi, birer (ilahi feyzi) aksettiren olarak bakıyoruz. (işte) Nakşibendi rabıtası bu sırra bina edilmiştir.
   İşte bu sırdandırki; bizde sulük, tevazudan başlar, mahviyetten geçer, fenafillah makamını görür.Bundan sonra, en son makamda sulüka başlar. (ve artık) ene ve nefs-i emmare, kibriyle, gururuyla söner.

7-Fethullah GÜLEN:
         Rabıta dediğimiz zaman, bize kendi sahasında, daha ziyade ifade ettiği mana şudur: Bir zat, eğer mürşid bildiği birini mülahaza edecekse şayet, onu kendi iki kaşının ortasında, kendisini de onun iki kaşı ortasında mülahaza eder gibi mülahaza edecek, onun şemailini, hayat tarzını, siretini, iç alemini tezekkür ve tahattur edecek ve onun gibi olmaya çalışacak, kendini öyle olmaya zorlayacak. Bir bakıma burada sanki böyle, Allah celle celalüh ile insan arasına bir insan konmuş gibi oluyor, fakat hattı zatında bu, Allah celle celalüh ile insan arasına başka bir insanın girmesi manasına gelmez. Belki bir yerde emekleyen bir insanın, beri tarafta küheylan gibi şahlanmış veya tavus kuşu gibi böyle göklere pervaz eden bir kuşun arkasına takılması, maksada gitme meselesini hızlandırması demektedir... Şimdi bu manada görüyorsunuz ki, bir insan, bir mürşid veya mürşidin mürşidi Allah ile bizim aramıza girmiyor, belki biz, haddimizi bilmişlik içine giriyoruz; aczimizi, fakrımızı bilmişlik içine giriyoruz. Turuku aliyye, hususiyle nakşiler, bu manada bir rabıta yapıyorlarsa, böyle bir rabıtanın hiçbir mahzuru yoktur. Yok hafizanallah, hıristiyanların yaptıkları gibi, ki ben böyle yapan bir nakşi tanımıyorum, Hz. Mesih�i Allah ile kendi aralarına koyma gibi bir yanlışlığa, hataya giriyorlarsa, farzu muhal, tekrar edeyim, böyle yanlış inhiraf içinde rabıta yapan bir nakşi tanımıyorum, bilmiyorum, duymadım da. Bu hatadır. Neuzü billah bir şirktir. Ondan sakınmak, tevakki etmek lazım. Önce arz ettiğim şekilde, böyle bir rabıtada mahzur yoktur. 8

8-Mevdudi:
         2. Şeyh olgusuna ilişkin görüşlerimi kısaca şu şekilde ifade edebilirim: Bu konuya iki türlü yaklaşımda bulunulabilir.

         Birincisi: Bir insanı şeyh kabul etmeyi ve onunla rabıta yapmayı bir insanı dost edinmek ve onu hayalinde canlandırmak gibi herhangi bir fiil olarak görebiliriz.

         İkincisi: Şeyhi ve onunla rabıta yapmayı Allah'a yaklaşma aracı olarak görebiliriz.

         Birinci yaklaşım, şeyh ve rabıta olguları ve sadece bu fiillerin caiz olup olmadıkları açısından sorgulanabilir. Bir insanı şeyh edinmek ve onunla rabıta yapmak herhangi bir fiil olarak niyete göre caiz de olabilir. Caiz olmayabilir de.

         Caiz kılan veya kılmayan niyetler üzerinde İslâm alimleri durmuşlardır. Niyetin bir türünü hakim Abdurraşid Mahmud bir yazısında açıklamıştır. Bu niyeti göz önüne alırsak, şeyh veya rabıta olgularına haram demekten başka bir çaremiz yoktur. İkinci tür niyeti ise alim Zafer Ahmed açıklamıştır. Bu niyeti göz önünde bulundurursak da bunlara kolay kolay caiz değildir diyemeyiz.

         Bu durum tıpkı şu olaya benzemektedir: Bir kişiyi yabancı bir kadına bakarken gördüğümde, ona nedenini sorsam, o da bana nefsine uyarak duygularım tatmin etmek için baktığını söylese, ben de zorunlu olarak yaptığı işin caiz olmadığını söylerim. Aynı durumdaki bir başka kişi, bakış nedeni olarak bu yabancı kadınla nikahlanmak istediğini belirtirse, ben de yine mecburen caiz olan bir iş yaptığını söylerim. Çünkü; öne sürdüğü neden İslâm hukuku açısından geçerlidir; yanlıştır denemez.

         Şeyh ve rabıta olayının ikinci türüne gelince: bunların kesinlikle caiz olmadığı ve yanlış oldukları konusunda hiç bir zaman şüphem olmamıştır. Ne kadar büyük bir şahsiyeti şeyh edinirse edinsin ve ne kadar büyük bir şahsiyeti rabıta yaparsa yapsın, o kişi yanlış ve caiz olmayan bir iş yapmış olur. (Fetvalar Mevdudi Cilt 4 Bölüm 2)



9-Prf. Dr. Hayrettin KARAMAN:

         Soru: Râbıta nedir, dince sakıncası var mıdır?

         Cevap: Rabıta, zikirden önce veya günün uygun zamanlarında müridin (tarikat eğitimi gören kimsenin) şeyhini (mürşidini) hatırlamasıdır. Uzun tartışmalara konu olan râbıta bir ibadet değildir, tasavvufta bir eğitim tekniğidir. Amacının dışına çıkarılır ve şirke vardırılırsa çok sakıncalı olur, amacının içinde kalırsa (yani şeyhi hatırda tutarak ondan meşru ölçüler içinde istifade etmeye; ilminden, ahlakından, güzel hallerinden yararlanmaya, onu özümsemeye yönelik bir teknik olursa) sakıncası olmayabilir. (Hayrettin Karaman Soru - Cevap 156)

         Soru: Râbıta bir ibadet ise onu Peygamberimiz niçin yapmamış, bize niçin buyurmamış ve fıkıh kitapları bu ibadeti niçin açıklamamıştır?

         Cevap: Râbıta (bir tarikat mensubunun zaman zaman ve özellikle zikirden önce mürşidini hatırlaması, kalbini onunki ile birleştirmesi) bir ibadet değildir; tarikat eğitiminde kullanılan bir teknik, bir eğitme aracıdır. İbadet olmadığı için de fıkıh kitaplarında yer verilmemiştir. (Hayrettin Karaman Soru - Cevap 157)
 
10-Muhammed  Emin ER:
 
         Soru: Allah ile kul arasına kimse giremez deniyor. Tasavvuf Allah ile kul arasına girmekmidir?
 
         Cevap: Bu söz doğru idrak değildir. Bu sözü böyle söylemeleri yanlıştır. Evvelâ peygamberler arasında Cebrail vasıtadır. Bizimle Rab arasında Peygamber vasıtadır... Madem ki Peygamber'le Rab arasında vahiy meleği vardır, o getiriyor bütün mahlukatın efdali, Cebrail'den daha efdal olmakla beraber, O'na sormak ve O'nu vasıta etmek zorundaydı, bizimle Rab arasında, bu defa peygamberler vasıtadır.
 
         Soru: Rabıta şirk midir?
 
         Cevap: Rabıtanın çeşitleri vardır. Şirke yakın rabıta da vardır, meşru olan rabıta da vardır. Eğer ki şeyhin rabıtası şöyle olursa, sanki şeyhin yanındadır, sanki ona bakıyor gibi, onun için kendini toparlıyor, hatalardan sakınıyor, onun hareketlerini de hatıra getiriyor, ona kendisini uyduruyor. Bu meşrudur. Sahabiler Peygamber'in sözlerini nasıl muhafaza ederdi? Peygamber'in kalkıp oturmasını, bütün hareketleri de öyle hıfz ederdi. Hatta hadisi naklederken, Peygamber bunu söylerken yatıyordu, oturuyordu, oturuyordu kalktı, yüzü kızardı, sesi yükseldi... Bu şekil rabıta meşrudur. Ayet-i Kerime'nin meâlinde "Ey iman edenler Allah'tan korkun, sadıklarla beraber olun." buyuruluyor. Mümkünse onların sohbetinde bulunun, mümkün olmazsa manen onların yanındadır. Onların yanındaykenki o durumu hıfzında tutuyor. Bu rabıta da burdan alınmıştır. Bu ayet-i kerimenin şümulüne giriyor. Bir de hadis-i şerifte, "Sizin efdaliniz göründüğü zaman Allah hatıra geliyor." O zaman, onu sureten görmediği takdirde onun şeklini düşünüyor. Onu hatırladığı zaman Allah hatıra geliyor. Çok salih bir kişiyi gördüğü zaman Allah hatıra geliyor. Burda o zaman göz ile değil de, hatıra getirdiği zaman da Allah hatıra geliyor, Allah'ı zikrediyor.
 
         Şeyh rehberdir. Bu şekilde rabıta şirk değildir, faydası vardır; eğer itikad ediyorsa ki, rabıta vesiledir, murakabeye vesiledir. Bir müstakil insan, Allah'u Teâlâ beni görüyor, sözlerimi işitiyor, kalbimde olanı biliyor, vakıftır deyip her an bunu aklında tutuyor, gaflete dalmıyor, o dereceye gelenler rabıtayı terkederler.
 
         Rabıta maksud-u bizatı arada ki vasıta olmadığından, Allah olduğundan dolayı şirk olmuyor. Ama onun maksud-u bizatı eğer hayal ettiği falansa ya da ondan bir şeyler talep ederse, beni kurtar, bana Allah mal versindiye ondan isterse, o zaman şirkten korkuluyor. Ama diğer tarafta dediğimiz gibi bu olmayınca, o esas şirk değildir, menfaati vardır. (İslam Dergisi, Mart 1997, S. 20-21)     
 

RABITA RİSALESİ BÖLÜM 2

                                        RABITA HAKKINDA MUTASAVVIFLARIN GÖRÜŞLERİ  ve RABITA TARİFLERİ

1-Şah-ı Nakşibend k.s.:
         Şahı nakşibend (k.s.) Makamatı bahaiyye adlı kitabında şöyle buyuruyor. Sadıklarla beraberlik ilahi bir emirdir. Bu beraberlik ruhani olursa buna; rabıta denir ki bu, tasavvufun temel prensiplerinden birisidir. Hatm-i hacegan, hem cismani hemde ruhani bir beraberliktir. 9

2-Abdulkadir Geylani k.s.:
         Tasavvuf erbabınca en fazla önem verilen ve seyr-ü sülukun eksenini meydana getiren rabıta, İlahi bir lütuftur. Saliklere seyr-i ilallahta yol alabilmeleri için Hakk (c.c)�ın en büyük lütfudur. Rabıtanın ehline yapılmak şartıyla, salike ne büyük feyiz bahşettiği en baştaki saliklerin bile bilgisi dahilindedir. Evliyaullah dilinde ve sofiyye ıstılahındaki şu söz, rabıtanın önemini anlatmak için yeterlidir sanırız. �Zikirsiz rabıta kolaydır. Rabıtasız zikir kolay değildir.� Yani bir salik, kamil bir zata rabıta etmeden zikir etse, Allah (c.c)�a kavuşamaz. Fakat zikretmeyip ehline rabıta eden, salik vasıl-ı Hakk (c.c) olur. 10

3-İmam-ı Rabbani k.s.:
         Bilesin ki, bir zorlama ve yapmacık olmadan, şeyhin müride rabıtasının husulü, mürid ile mürşid arasındaki münasebetin tam olduğuna alamettir. İşbu rabıta faydalanma ve faydalı olma sebebidir. Asla, rabıta yolundan daha yakın bir yol da yoktur. O ne güzel bir saadettir ki, bu devlete erenin olur. 11
Şayet şeyhin sureti zikir vaktinde zuhur ederse.. yani: bir zorlama olmadan; uygun olanı onu kalbe götürmendir. Onu kalbde muhafaza etmek sureti ile zikir iştigaline devam etmelisin.

         Mürşid kimdir bilir misin? Asıl mürşid odur ki, Yüce Sultan Mukaddes Hakkın zatına ulaşma yolunda ondan istifade edesin.

         Mücerred olarak külah giymek, hırka ve eldeki şecere ve bunlardan başka halk arasında örf ve adet haline gelen şeylerin hepsi mürşidliğin ve müridliğin hakikatı dışındadır; bunlar rüsum ve adet olan şeyler sınıfına dahildir.

         Ancak, Hırka: Kamil ve mükemmil bir şeyhten gelirse.. onu inanarak ihlasla kullanırsan; bu surette kuvvetli neticelerin ve semerelerin husulü muhtemeldir. 12

   Şununda bilinmesi gerekir:

         Bu Tarikat-ı Aliyye�ye süluk etmek, kendisine uyulan şeyhe karşı mahabbet rabıtası iledir. Ki bu zat, bu yolda, murad olarak seyretmiş; bu kemalat ile kuvvet cezbesine boyanmıştır. 13

         Rabıta nisbetini daima rabıta sahibi ile yapabilmeniz, in�ikasi yoldan gelecek feyizlere vesile olmaktadır. Nasıl yerinde olursa, bu büyük nimetin şükrünü öyle eda etmek uygun düşer. 14

         Rabıta;mürşidi şahsan tahayyül etmektir. Yanı hayalında zabt ve muhafaza etmektir. Bunun yolu, tevazu ve meskenetle, mürşidin şemailini tahattur edip, güya alnını mürşidin alnına mukabil olarak, feyz hazinesi olan, iki kaşı arasına nazar ile ondan feyz taleb etmektir. İki kaş arası, Nur-ı Muhammedi (s.a.s)�min durduğu yerdir. Orası mevzi-i feyz ve mehbıt-ı nurdur. Bu rabıta ve tahayyül sebebiyle kalb zikre isti�dad kesb eder. Rabıtanın şer�an caiz ve lazım olduğuna dair bir çok edille olduğu gibi, Burada bu delillerin bir kaçını zikr ile iktifa edeceğiz.(Mutasavvıfların rabıta hakkındaki delilleri müştereken aşağıda verilecektir) 15

         Müridin yalnız rabıta ile iktifa etmesi hatadır. Salikin şeyhine olan rabıtasına münasebet peyda etmesi, şeyhine muhabbet ve hizmetle, zahiren ve batınen onun adabına riayetle olur. 16

         Bilinmeli ki, rabıta-i şerife, nefsi öldürür, şeytanı kaçırır. Feyyaz-ı mutlak olan cenab-ı haktan gerçek feyze kavuşmaya bir vasıta olur. Allah�a vuslata götürür. Nitekim bazı muhakkık zatlar da, �rabıta zikirden daha hayırlıdır� demişlerdir. Ancak bu durum yeni başlayan müridler için böyledir. 17

5-Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi k.s.:
         Lügatta, iki şeyi birbirine bağlayan ip bağ, alaka, münasebet ilgi ve mensubiyeti ifade etmektedir. Tasavvuf ıstılahında ise: İlahi ve zati sıfatlarla muttasıf, şuhud makamına ulaşmış kamil bir şeyhe kalbi bağlayıp, huzur ve gıyabında o şeyhin sureti, sireti ve bilhassa ruhaniyetini hayalde kendisi ile birlikte muhafaza ederek, yanında bulunduğu zamanki edebe bürünmek demektir. Mevlana Halid-i Bağdadiye göre rabıta: müridin fena fillah makamına ulaşmış olan şeyhinin suretini hayalinde saklamak suretiyle, ruhaniyetinden istimdad dilemekten ibarettir. Salik vasıtasız olarak Allahtan istifaza ve istifadeye muktedir olamadığı zaman rabıtaya muhtaçtır. Aksi halde rabıtayı terketmek vaciptir. Zira manevi yolculukta terakki değil, tedenni başlamış olur.

   Tatbik edilegelen şekliyle rabıta birkaç şekilde icra edilir.

         1-Talib olan mürid tarafından, kamil ve mükemmil mürşidinin sureti tam karşısında hayal edilip, iki kaşı arasına bakarak, bu suretteki ruhaniyete ve sırete yöneldiği ve onunla beraber olduğu tasavvurunda bulunmasıdır. Bu bakış ve bağlanışta mıhlanarak baka kalmak ve kendinden geçme ve kaybolma hali başlayıncaya kadar bu rabıtayı (manevi beraberliği) sürdürmek.
   
         2-Müridin kendisini, mürşidinin hey�et ve kıyafetindeymiş gibi görmesidir. Salik yine kendisinden geçinceye kadar bu halini muhafaza eder. Bu durumda olan salik, zatını mürşidinin zatında, sıfatlarınıda mürşidinin sıfatlarında yok etmek, böylelikle şeyhin ruhaniyet ve üstünlüklerini onun suretinde bulmak mevkiindedir. Zira şeyhin ruhaniyeti kemalleri ile birliktedir. Hiçbir vakit ondan ayrılmaz. Bu ruhaniyetle beraberlik duygusu içerisindedir ki, davranışlarını şeyhinin huzurundaymış gibi düzenleyen ve huzur edebine riayet eder gibi hareket eden mürid, adım adım kemal ve olgunluk sahibi olmaya başlar.
   
         3-Mürşidin suret ve ruhaniyetini karşısında görüp, onu kalbinin tam ortasına indirmekve kalbini uzun ve geniş bir dehliz farzederek mürşidini o dehlizde yürüyor ve kendisine doğru geliyor şeklinde hayalen canlandırmak. Demek oluyor ki, rabıta denilen şey, aslında mürşide duyulan muhabbetin, huzurunda olduğu gibi gıyabında da ızharı demektir.

         Rabıta-i Mevt: Bu tür rabıta ölüm duygusunu bir an bile hatırdan çıkarmamaktır. Bu düşünce ve davranışları düzenlemek için lüzumlu olduğu kadar, �ölümden evvel ölüm� sırrına erebilmek, bedenimizi ölü gibi farzederek, onun ruha verdiği bulanıklığı gidermeye çalışmakiçin de lüzumludur.

         Rabıta-i Mürşid: Mevlana Halidin ruhaniyetini, şeyhin vasıtası ile iki kaşının tam ortasında, nurdan bir yumak gibi daima hazır bulundurmak, kalbini kalbine yapıştırarak, onun kalbindeki yüceliklerin kendi kalbine aktığı tahayyülü içinde bulunmaktır. Bunu yaparken de, hem Mevlana Halidi hemde kendi mürşidini, onun yanı başında oturuyormuşcasına hayal ederek, kalbde, nurdan bir levha üzerine yazılmış gibi etrafı aydınlatan �Lafza-i Celal� yazısını tefekkür etmektir.

         Rabıta-i Huzur: Hakk�tan gayrı her şeyi akıl ve hayalden silerek, tamamen muhabbetullah�a bürülü bir kalbe, Hakk�ın huzurunda bulunduğu düşüncesini devamlı muhafaza etmek. Gören gözü kımıldayan yüreği, atan nabzı ve işiten kulağı bilen Allah�ın huzurunda bulunduğu düşüncesini kaybetmeden böylece �ihsan� mertebesine ermeye çalışmaktır. 18

6-Ömer Ziyaüddin Dağıstani k.s.:

         Rabıta Allah�a O�nun yüce rasulüne ve cenab-ı hakkın veli kullarına duyulan bir sevgiden ibarettir. Rabıta ile sevgi arasındaki alaka �zikri lazım ile irade-i melzum� (birinin bulunması halinde diğerininde zaruri olarak bulunması) kabilindendir. Nasıl sevgi; sevgilinin hayalini, güzelliğini, şahsını, sıfatlarını, hal ve hareketlerini, yüz hatlarını düşünerek kalbi sevgiliye bağlamaktan ibaret ise rabıtada öyledir. O da: Sevginin fazlalığından kaynaklanan kalbi bir alakadan ibarettir. Bu, şahsına, hal ve durumuna göre mü�minin kalbinde az veya çok bulunur. Zira her mü�minin kalbinde az yada çok Hz. Peygamber S.A.V ve dört büyük halifesine yönelik bir alaka vardır.

         Nakşibendiyye Tarikatı ıstılahında rabıta, dini bakımdan doğru kabul edilen bir yorum ile üç şekilde mütalaa edilmektedir.

         1-Rabıtatül Huzur: Bu tür rabıta, müridin kalbini tam bir sevgi ile Allah�a bağlaması, �her ne kadar sen onu görmüyorsan da, O seni görmektedir.(ihsan)� ve �her nerede olursanız olun, O, daima sizinle beraberdir.� Emirlerinde ifade edilen şekliyle, Allah�ın her an kendisiyle beraber olduğu, her yerde hazır ve nazır bulunduğu, her şeyi en iyi gören, işiten ve bilenin Allah inancıyla hareket etmesidir. Böylece müridin �Amellerin en faziletlisi, nerede olursan ol, Allah�ın seninle olduğunu bilmendir.� Hadisinde ifade edilen bir çizgiye gelmesidir. Üç şekilde ele alınan rabıtaların en kıymetlisi budur. Hatta diğer rabıta türleri müridi bu noktaya getirmek içindir.

         2-Rabıtatül Mevt: �Ölmeden evvel ölünüz.�, �Ahirette hesaba çekilmezden önce, bu dünyada kendinizi hesaba çekiniz�, �Dünyada sanki bir yolcuymuş veya bir garipmiş gibi yaşa.�, �Dünyada kendini ölülerden say.� Hadislerinde ifade edilen manalara uygun olarak, müridin kalbini, ölüme, kabire, kıyamet ve ahirete bağlaması, bunların şiddeti ve korkunçluğunu düşünmesi, böylece nefsinin kötülüğe yönelik eğilimlerini engellemeye çalışmasıdır.

         3-Rabıtatül Mürşid: Ellerinde bir delil bulunmadığı halde, ehlullah�ın kemal ve feyzinden nasibsiz bazı alimlerin, çoğu taklidçi ve bilgisiz bazı kimselerin karşı çıktığı rabıta türü budur. Buda müridin kalbini, Allah�ın peygamberlerinden birine, veya O�nun veli kullarından bir veliye, veya hepsine birden, yada silsilesi Hz. Peygamber S.A.V. ulaşan kamil bir mürşide veya şeyhine, yada hakkında güzel duygular beslediği ve üstünlüğünü takdir ettiği birine bütün sevgi ve samimiyetiyle bağlanmasından ibarettir. Kullara emredilen ve onlardan istenen rabıta budur. Bunun gereği ise, müridin kalbini bağladığı kimselerden feyz alması, sıkıntıya düştüğü zamanlar onlardan yardım dilemesi, ve problemine onların söz, hareket ve halleriyle çözüm bulmaya çalışması, onların bedeni veya manevi suret ve siretlerini hayalinde canlı tutmasıdır.19

7-Mehmet Zahid Kotku k.s.:
         Salikin (tarikat yoluna girmiş olanın) mürşid-i kamille sohbeti evla yoldur. Tefeyyüz (salikin mürşidinden bol feyizlenmesi) için sohbette iki asıl vardır. Biri (s.a.s) efendimiz hazretlerine kemal-i ittiba (tam olarak uyması), diğeri de şeyhe muhabbettir. Bununla beraber şeyhin ef�alinden (fiillerinden) birine zahiren (açıkça) veya batınen (içten gizlice) itiraz ve inkar etmemek lazımdır. Olabilir ki, şeyh o fiilini bir hikmet tahtında veya imtihan maksadıyla yapmışdır. Şeyhin huzurunda kendi nefsinin arzusuna tabi olmamak gerekdir. Bir mürid sıdk ve ihlas ile sohbet-i şeyhe müdavim (devam eden) olursa, bi iznillahi teala kalbden kalbe ilham ve in�ikas (aksettirme) tarikıyla (yoluyla) hal mün�akis (yansıması) olur.

         Bir hadis-i şerifde, �O kimseler ki, görüldüklerinde Allah�ı hatırlatırlar� buyurulduğu veçhile istifade ve istifaza husule gelir. Müridin ihlas ve edebe riayet ve isti�dadına göre tefeyyüzündeki sür�at ve bataette tahallüf eder.

         Şeyh, mizab (oluk) gibidir.�Elmer�ü maa men ehabbe� (Kişi sevdiği ile beraberdir.) hadis-i şerifi muktezasınca, şeyhin ahval ve evsafından müridde hal zuhuruna başlar. Bu halin kemali fena fişşeyh halidir ki, fena fillah halinin mukaddimesidir.

         Eğer bir müridde sekr ve gaybet hali olursa rabıtayı terk ile kendi haline müteveccih olur. Nitekim, Makamat-ı Nakşibendiyyeden nakl olunmuşdur ki, sofiyeden biri meclis de rabıta ile meşgulken, onda gaybet eseri zuhur etti. Mürid o gaybete iltifat etmedi. O vakit Hoca Nakşibend (k.s.) Hazretleri, �Beni bırakda o gaybete müteveccih ol� buyurdular.

         Bir mürid eğer Cenab-ı Hakk�dan (direk) istifazaya kadir olursa, o müridin rabıtayı terk etmesi vacib olur. Bu müridde rabıta ile iştigal, terakkiden tenezzüldür. Şuhud makamı üzerine, hicab (utanıp kapatma) mertebesini tercih demek olur. Bu ise Cenab-ı Hak�dan i�raz (yüz çevirmek) demekdir.

         İmam-ı Rabbani (k.s.) buyurmuşdur ki, �Tarikımız sahabe-i kiram rıdvanullahi teala aleyhim ecmain Hazeratının tarikıdır. Bu tarikde şeyh kemal-i ma�rifet ile mütehakkık olursa, ifazada, ölü ile diri müsavi olurlar ve istifazada şeyhler ile sıbyan beraber olurlar.�

         İnsan-ı Kamil mir�at-ı Hak�dır. Her kim kamil insanın ruhaniyetine basiret gözüyle bakarsa, onda canab-ı hak�kın tecellisini görür. Sıfatının zuhurunu idrak eder. Rabıta sebebiyle şeyhler, sıbyan-ı kamilden feyz alırlar. Velinin velayetinde, ilmi şart değildir. Rabıta-i muhabbetle ve şeyhin teveccühüyle maksudlarına vasıl olurlar. �O Allah�ın ihsanıdır. Onu dilediği kimselere verir. Allah çok büyük ihsan sahibidir.� (Hadid Suresi ayet 21)  20

8-Mahmud Es�ad Coşan k.s.:
         Soru: Rabıta yapılırken mürid şeyhi ne olarak görmelidir? Rabıtaya şirk diyenlere verilecek aklî ve naklî deliller nelerdir?

         Cevap: Rabıta ile ilgili Necib Fâzıl merhumun güzel bir kitabı vardır. Hâlid-i Bağdâdî Efendimiz'in Rabıta Risâlesi'nden faydalanarak, kendisi de birtakım görgülerini katarak yazmış. Onu okumanızı tavsiye ederim.

         Allah-u Teâlâ Hazretleri, (Ve kûnû maas sâdıkîn) "Sadık kullarımla beraber olun!" buyuruyor. Yâni "Onlar gibi olun, onların yanında olun, onların cephesinde olun, onların gittiği yolda, onların safında bulunun!" mânâsına geliyor. Onun mânevî tatbikatı, mânevî bakımdan beraber olmak, böyle rabıta ile sağlanıyor.

         İnsanın hocasıyla beraber olması, vaazını dinlemesi, nasihatını dinlemesi, dinini ondan öğrenmesi lâzım!.. Bu her zaman mümkün olmuyor. Hem insanlar muhtelif yerlerde oturuyorlar, uzak diyarlara gitmiş oluyorlar. Hem de, günün bir kısmının istirahat le geçmesi gerekiyor. Günün her saatinde insanın hizmette olması da kolay olmuyor. O bakımdan rabıta yapılıyor. Rabıta yapıldığı zaman, mürid şeyhinin huzurunda olmuş oluyor. Onu denetleyici olarak da düşünebilir. Sevdiği bir kimse olarak, hocası olarak onu karşısında hayal edecek, zikri beraber yaptığını düşünecek.

         Rabıtanın şirk olmasının hiç bir aslı, esası, dayanağı yoktur. Çünkü, insanın gözünü kapatması serbesttir. Gözünü kapattığı zaman sevdiği bir insanı düşünmesi serbesttir. Bunun şirkle hiç bir ilgisi yoktur. Onlar herhalde tasavvufu bilmiyorlar veya rabıtayı bilmiyorlar, böyle bir görüşe saplanıyorlar. Ya da İbn-i Teymiye'nin filân kitaplarını iyi okumuyorlar.

         Ben şöyle onların kitaplarını ve o kitaplardan alınan özetleri okuyunca, baktım o da bizim gibi düşünüyor. Tasavvufa saygılı, bu gibi pek çok konuda oldukça güzel ifadeleri var... Demek ki yarım bilgili olan insanlar, meseleyi anlamadıkları için yalan yanlış konuşuyorlar.

         Şirk Allah'a ortak koşmak demektir. Allah'a ortak koşmakla ilgili herhangi bir şey burda olmadığı için, öyle bir husus yoktur. İnsanın sevdiği bir kimse ile beraber olmak istemesi, beraberliğini düşünmesi şirk değildir.

         Birçok mânevî faydaları var... Feyz almak bakımından, insanın yetişmesi bakımından fevkalâde önemli...

         Râmûzül Ehâdis'te bir hadis-i şerif var; Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Bir geniş arazide, çölde giderken hayvanınız ürktü, kaçtı. Yardım edecek bir kimse de yok... Çölde uçsuz bucaksız dağların, kum tepelerinin arasında kayboldu. Bulmanız mümkün değil... Kaldınız çaresiz... Sular orda, yiyecek orda... Kumların üstünde bata çıka sizin yürümeniz mümkün değil... Yandınız, mahvoldunuz. Böyle bir durumla karşılaştınız. Ne yapacaksınız?..

         Deyiniz ki: "(Yâ ricâlallah!) Ey Allah'ın erleri, Allah'ın ricâli!.. (eğîsûnî) Bana yardım edin! (eînûnî) Bana yardımcı olun, benim imdadıma yetişin!" diye böyle söyleyin! Çünkü, Allah'ın sizin görmediğiniz maddî mânevî erleri olur, evliyâullahı olur; onlar imdada yetişirler." diye Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor.

         Onun için, Peygamber Efendimiz böyle deyin dediğine göre, Allah'ın evliyâsına da böyle selâhiyet verildiğine göre; hani ondan yardım istese bile, yine bir mahzuru yoktur. Çünkü, mahzuru olsaydı, Peygamber Efendimiz tavsiye etmezdi. Onun için bu şirk lafı bir taassubdan kaynaklanıyor.

         Bir takım insanlar tasavvufa düşman olmuşlar. Bu tasavvuf düşmanlığını İngilizler körüklemiş. Meselâ geçtiğimiz asırda, İngilizler Osmanlı'yla çeşitli cephelerde harb ederken, iki büyük tehlike tesbit etmişler:

   1. Hac

   2. Tasavvuf, tarikatlar

         Neden?.. Hacca gittiği zaman müslümanlar, dünyanın dörtbir yerinden gelip bir yerde toplanıyorlar. "İngilizler falanca yerde şöyle yaptı, böyle yaptı... Ona karşı şöyle tedbir alalım, böyle tedbir alalım!.." diyorlar. Ondan dolayı İngilizlerin başarısı veya gayrimüslimlerin, İslâm'a suikast için çalışanların oyunları bozulmuş oluyor. Onun için hacca düşmanlar...

         O zamandan başlamışlar, hac mevsimi geldiğinde haccı engellemeye... İşte, "Salgın hastalık var!" filân diye yalan dolan haberler yaymağa... Bu, yakın zamanlara kadar devam etti. Sonra birden salgın hastalıklar filân hepsi kalktı. Yalanmış demek ki...

         Yâni, hac mevsiminde ilkönce "Bir salgın hastalık var!" diyorlardı. "Gidersen, ölürsün!" diyorlardı. Hastaneye havale ediyorlardı, seyahat hürriyetini tehdit ediyorlardı. Doktorların keyfine kalıyordu. Rapor vermeyince, adam burda kahrından ölüyordu. Saçma sapan şeyler... Şimdi bak hiç bir şey olmuyor elhamdü lillâh... Yalanları ortaya çıktı.

         Bir de bu tarikatlardan, tasavvuftan has müslüman yetiştiği için çok korkmuşlar. Meselâ deniliyor ki, "Hâlâ Orta Asya'da, Türkistan'da, Rus diyarlarında bozulmadan duran insanlar, bu tarikat sayesinde, tasavvuf sayesinde korunabilmişler, Rus baskılarının karşısında durabilmişler." diyorlar.
Ayrıca bir de hilâfet meselesinden çok korkuyorlardı. müslümanların halifesi olursa, ödleri patlıyor. Neden?.. O zaman, "Azerbaycan'da Ruslar saldırmış, ona karşı tedbir alın!.. Bulgaristan'da Bulgarlar şöyle yapmış, ona karşı tedbir alın!.." dediği zaman, tüm Ümmet-i Muhammed  ayağa kalkacağından, böyle bir merkeze bağlılığı istememişler. Halbuki onu kurmak, her müslümanın boynuna vacib!.. Çok önemli bir şey... Çünkü dağınık olduğun zaman, düşman tek tek yakalayıp mahvediyor. Kuzucukları birer birer kurtlar parçalıyor.

         O bakımdan böyle şeyler olduğundan, bir tasavvuf düşmanlığı almış gitmiş. Suud'da korkunç bir tasavvuf düşmanlığı var...

         İran'da kendine göre bir acaib tasavvuf düşmanlığı var... Radikal müslüman dediğimiz, yeni müslüman kardeşlerde bir tasavvuf düşmanlığı var...

         Kur'an-ı Kerim'de zikir emri var... Seksen doksan yerde Allah-u Teâlâ Hazretleri zikri emrediyor. Nefsi terbiye etmek, tezkiye etmek vazifesi Kur'an-ı Kerim'de var:

         (Kad eflaha men zekkâhâ. Ve kad hâbe men dessâhâ.) "Nefsini terbiye eden kimse kurtulmuş, onu fenâlıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır." Ahlâkı güzelleştirme emri Kur'an-ı Kerim'de var... Nefsin oyunlarına karşı tedbir almak, şeytanla mücadele etmek meselesi var... Tasavvufun tüm konuları Kur'an-ı Kerim'in emirlerinden çıkmış, hepsi Kur'an-ı Kerim'de var...

         Sen bunları nasıl inkâr edersin, zikri nasıl inkâr edersin?.. İslâm'ı bilip tasavvufu inkâr etmek mümkün değil... Ama cahiller tutturmuşlar, öyle gidiyorlar.

         Biz de bunların yanlışlığını belirtmek için mecmualarımızda en alim kimselerle röportajlar yaptırıp yayınlıyoruz. Büyük mezheb imamları tasavvuf hakkında ne demişler, onların sözlerin yazıyoruz. İmam-ı Azam böyle buyurmuş, İmam Şafiî böyle buyurmuş, İmam Mâlik böyle buyurmuş, Ahmed ibn-i Hanbel böyle buyurmuş... Şu zâtı medhetmiş, bu şeyhe bağlanmış filân diye onları yazıyoruz ki, millet bu oyunun tesiri altında kalmasın diye...
 

 

RABITA RİSALESİ BÖLÜM 3
                               
    MUTASAVVIFLARIN RABITAYLA İLGİLİ
ORTAYA SÜRDÜKLERİ DELİLLER

Ayeti Kerimeler

�Ey iman edenler, Allah�tan korkun. Bir de sadıklarla beraber olun.� 30

Buradaki sadıklarla beraberlikten rabıtaya işaret vardır denilmektedir.

�Kadın cidden ona niyeti kurmuştu. Rabbinin burhanını görmeseydi, (Yusuf da) kurmuş gitmişti! İş te biz, ondan fenalığı ve fuhşu gidermek için böyle yaptık. Çünkü o ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.� 31

Bu ayetin tefsirlerinde zayıf bir rivayet olarak, Yusuf A.S�ın kadına meylettiği sırada �Rabbinin burhanı� olarak babası Yakub A.S parmağını ısırmış bir halde gördüğü ve o fena hali işlemekten vazgeçtiği rivayet edilir. Tasavvuf ehline göre Yusuf A.S�ın uzaklarda olan babasını bu şekilde görmesi bir çeşit rabıtadır.

�Ey iman edenler, Allah�tan korkun. O�na yaklaşmaya vesile arayın. Ve O�nun yolunda savaşın. Ta ki muradınıza eresiniz.� 32

Burada �O�na yaklaşmaya vesile arayın� emrinin rabıtayı meşrulaştırdığı düşünülür. Çünkü Cenab-ı Allah şununla veya bununla diyerek sınırlandırmamıştır.

�Habibim de ki, eğer Allah�ı seviyorsanız, bana uyunki Allah�da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün.� 33

Rabıta insanları hazreti peygambere uymaya yönlendirici bir unsur olduğu için bu ayet deliller arasında yer almaktadır.

�Kalblerinizi (birbirine) bağlamak ve ayakları(nızı) pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu.�34

Rabıta aynı zamanda kalbi bir beraberlik olduğu için bu ayet rabıtaya delil gösterilmektedir.

�Ey iman edenler! Sabredin ve sabır yarışında düşmanlarınızı geçin! (Cihad için hazır ve) rabıtalı bulunun. Hem Allah�tan korkun ki, felah bulasınız.� 35

Bu ayetin orijinal metninde de açıkça rabitu lafzı geçtiği için ve müminlerin birbirleriyle irtibat halinde olmaları emredildiği için deliller arasında yer almaktadır.

�Eğer biz, (va�dimize) inananlardan olması için onun kalbini (sabır, sebut, kuvvetli bir irtibat ve güçlü bir bağ ile) iyice pekiştirmemiş olsaydık, nerede ise işi açığa vuracaktı:� 36

Burada Musa A.S annesinin firavunun sarayında çocuğunu emzirmeye götürülmesi anlatılmaktadır. Kadın Musa A.S, kaybettiğini zannettiği oğlunu aniden karşısında görünce bir anda annelik duygusuyla hareket edip, çocuğun kendisine ait olduğunu belli edecekken kalbinin manevi bir bağla güçlendirilmesi neticesinde duygularına hakim olmuş ve Musa A.S öldürülmekten kurtarılmıştır. İşte bu nedenle bu ayet rabıtaya delil olarak görülmektedir.

HADİS-İ ŞERİFLER

�İnsan sevdikleriyle beraberdir.� 37

�Ya rasulallah! Allah�ın dostları kimlerdir? Diye sordu.
Rasulullah s.a.v-Onlar görüldüklerinde Allah�ı hatırlatan kimselerdir. Buyurdu.�38


        MAHMUD ESAD COŞAN R.ALEYH HOCA EFENDİNİN  RABITA TARİFLERİ

Bir de tabii serbest, tam usûlüne uygun yapmak istiyorsanız, sakin bir yerde, tenha, temiz bir yerde diz çökerek oturursunuz. Gözünüzü yumarsınız, tadını çıkarta çıkarta yaparsınız zikrinizi...

Evelâ 25 defa Estağfirullah çekeceksiniz.

--Niye?..

Namazı bitirdiğimiz zaman bile "Estağfirullah" diyoruz da ondan... Sağa sola selâm verince bile üç defa "Estağfirullàh...Estağfirullàh... Estağfirullàh..." diyeceksiniz, ondan sonra "Allàhümme entes selâmü ve minkes selâm, tebârekte yâ zelcelâli vel ikrâm." diyeceksiniz.

Halbuki namaz bir ibadet, güzel bir şey... Namazı kıldığımız zaman bile Estağfirullàh diyorsak, günün içinde namaz kılmadığı zaman nice hataları vardır insanın... Tabii, onlar için bir "Estağfirullàh" demek iyidir işe başlarken...

Nasıl temiz bir insanız hepimiz, elhamdü lillâh müslüman temizdir. Temizlik imanın yarısıdır. Nasıl sofraya otururken elimizi yıkıyoruz. Hem de yıkadığımız zaman katran gjbi simsiyah akıyor su... Şaşırıyoruz, "Allah Allah!.. Yâ kirli bir şey yapmadım, ne oduna ne kömüre bulaştım; yine de şu akana bak!" diyoruz. Çünkü, bilmeden insanın elleri kirleniyor. İşte bilmeden gönlü de kirlenir.

Onun için 25 defa "Estağfirullah" diyerek başlayacaksınız ki, bir mânevî temizlik olsun.

Sonra bir Fâtiha, üç Kulhuvallah okuyacaksınız. Bunların sevabını Peygamber SAS Efendimiz'e ve Peygamber Efendimiz'den bize kadar gelmiş geçmiş pirlerimizin, şeyhlerimizin ve evliyâullah büyüklerimizin ruhlarına hediye edeceksiniz.

Biliyorsunuz bu iş nasıl geldi bize kadar: Peygamber Efendimiz insanları hak yola davet etti, yaşadı. Ondan sonra vefat etti, ahirete göçtü. Ondan sonra Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz geldi, hulefâ-i râşidîn geldi. Ondan sonra evliyâullah geldi, mürşid-i kâmiller, büyük alimler, Allah'ın sevgili kulları, mübarek kulları geldi. Bu irşad vazifesini yaptılar, yaptılar, yaptılar... Buna tarikat diyoruz. Sonra vazife Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hocamız'a geldi. Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hocamız da, "Evlâdım benden sonra bu vazifeyi sen yapacaksın!" dedi. Biz de bu vazifeyi yapıyoruz.

Bizden önce Peygamber Efendimiz'e kadar büyüklerimiz bu vazifeyi yaparak elden ele bayrağı devrettiler. Bayrak bize böyle geldi. Binâen aleyh, bunların hepsi bizim büyüklerimizdir.

Kimlerdir o büyüklerimiz: Bahâeddin Nakşıbend Efendimiz büyüğümüzdür, İmâm-ı Rabbânî Efendimiz büyüğümüzdür, Abdülkàdir-i Geylânî Efendimiz büyüğümüzdür, Şehâbeddin Sühreverdî Efendimiz büyüğümüzdür... Kitaplarını yayınladık, dergilerde verdik.

Hàlid-i Bağdâdî Efendimiz büyüğümüzdür, Mevlânâ Hazretleri yine büyüğümüzdür, akrabamız olan bir tarikattandır... Geçen gün rüyasını gördüm, Şâzelî Tarikatı büyükleri büyüklerimizdir. Yâni zikre oturduğumuz zaman onlara bir Fâtiha, üç Kulhüvallah gönderiyoruz. Bu gider; sen okursun, Allah onlara bildirir. Onlar da sizi bilirler. Dünyadan filânca şahıs bana Fâtiha gönderiyor, sevaplı şeyler gönderiyor, evlâdım benim diye sever.

Evliyâullah'ın ruhlarının hürriyeti vardır ahirette, serbestliği vardır, tasarrufatı vardır, vazifeleri vardır. Onlar insanların rüyasına girerler, hak yolu gösterirler, nasihat ederler. Öyle kabiliyetleri vardır evliyâullahın...

Onun için onlara birer Fatiha, üçer İhlâs-ı Şerif hediye edin, işe başladığınız zaman...

Sonra gözünüz kapalı üç rabıta yapacaksınız.

Rabıta tefekkür mânâsınadır burda... Üç tefekkür ve tahayyül yapacaksınız. Tahayyül, hayal etmek demektir.

Birincisi rabıta-i mevt... Yâni, bu hayatın fâni olduğunu, bir gün gelip öleceğinizi, öldükten sonra kıyametin kopmasından sonra kabirden kalkacağınızı, mahşer yerinde toplanacağınızı, Allah'ın insanları muhakeme edeceğini, sevapların günahların tartılacağını, iyilerin bir tarafa, kötülerin bir tarafa ayrılacağını; iyilerin sıratı geçip cennete varıp ebedî saadete ereceğini, kötülerin cehenneme atılıp yanacağını biliyoruz. Bunları düşünmeye rabıta-i mevt yapmak denir.

İnsan bunları düşününce, cennete girenlerin ne kadar mutlu olduklarını, cehenneme atılanların da nasıl cayır cayır yandığını, nasıl feryad ettiğini, pişman olduğunu düşünecek, hayalinde göz önüne getirecek bunları... İçindeki kendi nefsine diyecek ki:

"--Ey nefsim aklını başına topla, divânelik etme! Bu hayatının kıymetini bil, ahirette cehennemlik olmamak için şimdiden tedbirini al!.. Cenneti kazanmaya sebe olacak işleri yap, cehenneme düşmeye sebep olacak işleri bırak!.. Cehennemden kendini koru, cenneti elinden kaçırmamağa gayret et! Hayatının bir saniyesini bile boş geçirme, harcama, zâyi etme!.."

İşte bu düşünmeye, bu tahayyüle rabıta-ı mevt denir. Bunun aslı Peygamber Efendimiz'in tavsiyesidir. Efendimiz ölümü çok düşünmemizi tavsiye ediyor.

Ölüm biraz acı bir şeydir, korkunç bir şeydir amma, bu nefis ölüm korkusundan başka bir şeyle de ıslah olmaz. Nefsi ıslah etmek için en iyi çare bu olsa gerek ki, Peygamber Efendimiz ölümü düşünmeyi tavsiye ediyor.

Hadis-i şerifler vardır camilerin duvarlarında yazılı:

(Accilû bit tevbeti kablel mevt) "Ölüm gelmeden evvel tevbenizi yapmakta acele edin! Dönüşü" diye...

Yaşa da bakmaz, sıraya da bakmaz. Bakarsınız beş tane kardeşten en küçüğü ölür... Bakarsınız, dede yaşar da torun ölür...
Bakarsınız hastanın başında bekleyen insan ölür de hasta kalır.

Bir ay kadar önce bizim köyde akrabamız böyle oldu. Yatalak bir hastamız vardı, 16 yıldır yatalak... Kocası ona bakıyor, kızı bakıyor, kızının evinde... Kızı öldü. Hasta duruyor, bakıcısı gitti. Ölümün ne zaman geleceği belli olmadığından ölüme hazırlıklı olmak lâzım ve tedbirini alması lâzım insanın...

Sonra neyi düşüneceğiz?.. Rabıta-i mürşid... Birinrcisi ölümü düşünmek, ikincisi insanın mürşidini düşünmesi...

Nerde olursanız olun... Biz şimdi Türkiye'ye döneceğiz, siz burda kalacaksınız. Veya siz falanca yere gideceksiniz, biz falanca yere gideceğiz. Nerde olursak olalım bizimle irtibat kuracaksınız, zikre oturduğunuz zaman... Gözünüzü kapatacaksınız, bizi böyle karşınızda göz önüne getireceksiniz, bizimle mânevî bağlantınızı kuracaksınız.

Bu neye benzer?.. Radyonun düğmelerini karıştırıp da istasyonu bulmaya benzer. Veya televizyonun düğmelerini ayarlayıp da görüntüyü getirmeye benzer. Onun için bu bağlantıyı kuracaksınız.

İnsan bu bağlantıyı kurduğu zaman ne olur?.. Bu bağlantıyı kurduğu zaman, büyüklerin mânevî halleri, feyizleri ona intikal eder. Yaptığı ibadetin tadını duyar, faidesini görür, feyzi çok olur, içi dışı nurlanır, tarikatta ilerler. Bu ilerlemeye seyr-i sülûk diyoruz. İnsanın tutturduğu yolda yürümesi, ilerlemesi diyoruz. Eğer bunu güzel yaparsa, tasavvuftaki ilerlemesi Rasûlüllah'la buluşmaya gelir. Rasûlüllah'la buluşmayı yaparsa, Allah'la buluşmaya gelir. Bunlara fenâ fiş şeyh, fenâ fir rasûl, fenâ fillah, bekà billâh deniliyor... Fenâ demek, kavuşup beraber olmak demek...

Onun için, bu rabıta-i mürşidi de güzelce yapın! Bunu yaptığınız zaman feyziniz, zikir yaparken aldığınız mânevî duygular daha kuvvetli olacak, tarikatta ilerlemeniz daha iyi olacak.

Üçüncüsü: rabıta-i huzur... Huzur rabıtası... Bu ne demek?.. Senin Allah'ın huzurunda olduğunu düşünmen demektir. Kur'an-ı Kerim'de buyruluyor ki:

(Ve hüve meaküm, eyne mâ küntüm) "Siz nerde olursanız olun ey kullar, Allah sizin yanınızda!.."

--Biz onu göremiyoruz.

Evet göremezsiniz;

(Lâ tüdrikühül ebsâr ve hüve yüdrikühül ebsâr) "Kullar onu görmeze ama, o kulları görür." Bizim gözümüz görmeğe müsait değil, onun için göremiyoruz. Güneşe bakamıyoruz, bakarsak gözümüz kör olur. Ama o bizi görüyor, her halimizi biliyor, her yaptığımızdan haberdar... Onun için bunu düşünmek gerekiyor.

Gözünüzü kapattığınız zaman, Allah'ın huzurunda olduğunuzu düşüneceksiniz. "Sen beni görüyorsun, benim söylediklerimi biliyorsun! Söylemesem, içimden geçenleri biliyorsun!.. Sen alemlerin Rabbisin, ben seni kulunum... Sen her şeye kadirsin, ben senin lütfuna muhtacım... Ben fakirim, ben muhtacım, ben acizim... Sen bana lütfedersen, benim halim iyi olur. Ben senin iyi kulun olmak istiyorum, bana yardım etmeni istiyorum. Bana yardım et de ben de senin sevdiğin kullardan olayım, iyi kullardan olayım, iyi işler yapabileyim... Ömrümü rızana uygun geçirebileyim yâ Rabbi!.." diye dua edeceksiniz.

Neden?.. Dua edene Allah istediğini vereceğini bildiriyor da ondan... Rabbimiz buyuruyor ki Kur'an-ı Kerim'de:

(Ve kàle rabbüküm üd'ûnî estecib leküm) "Bana siz dua edin, ben sizin duanıza karşılık veririm, istediğinizi ihsan ederim." buyuruyor.

Onun için isteyeceksin! Amma, "İstedim de vermedi." demeyeceksin. Neden?.. Çünkü, senin istediğin zamanda verecek diye bir şey yok... Sen bazan verdiğini anlayamazsın.

Kendi hayatımdan bir misâlle açıklayayım, iyi kalsın hatırınızda: Ben evlendiğim zaman, tayinim Ankara'ya oldu. Ankara İlâhiyat Fakültesi'ne asistan gittim. Bir odalık bir ev buldum. Bir oda, bir mutfak; başka bir şey bulamadım, ayaklarım patladı. İstiyorum ki, fakülteye yakın olsun, her an evle irtibatlı olayım! Çünkü yeni evliyiz. Evde hanımı bıraktığım zaman, o korkar; ben de ondan korkuyorum, onun başına bir şey gelmesin diye... Yabancı bir yere gittik çünkü... Anamızın babamızın dizinin dibinden ilk defa ayrılıyoruz. Onun için girdik böyle bir eve...

Ondan sonra o bir odalı evde, mahalleli bizi tanıdı. Bir dul kadın vardı, bahçesinde müstakil müştemilâtlı bir evi vardı, üç odalı...Onun kiracısı çıkarken, kendisi haber gönderdi: "Size vereceğim, buraya gelin!" dedi. Biz de oraya geçtik.

Ama biz ilk defa istanbul'da evlenmiştik. Eşyalarımızı bir kamyona yüklettik. Gerede'de bütün saksılarımız donmuş, sıfırın altında kaç derece soğukta... Eşyalar yıprandı. Ankara'ya geldik. Ondan sonra da ordan öteki eve geçtik. Ben elimi açtım, dua ettim:

"--Yâ Rabbi, bizi evden eve gezdirme! Bundan sonra kendi evimize çıkart!.." dedim, "Bundan sonra kendi evimize çıkalım!" diye dua ettim.

Ondan sonra bir zaman geldi. Bizim tanıdığımız birilerine giderken, gelirken onların mahallesindeki evleri beğendik. Bahçeli evler, iki katlı villalar, üst katları manzaralı, güzel... Bizim hacı hanım --o zaman hacı değildik de-- dedi ki:

"--Oraya taşınalım!"

"--Yâhu hanım etme eyleme! Bu evlerin parası şu kadar, biz bunun parasını veremeyiz!" derken, neticede bir kış günü oraya taşındık. Evler güzeldi, ben de memnun oldum. O zamanın parasıyla doksan lira para verdik.

Oraya taşınınca, ben kendi içimden dedim ki: "Allah duamı kabul etmemiş. Çünkü, burdan kendi evimize çıkalım dedik ama yine kiraya çıkıyoruz." dedim. Kiralık bir eve gidiyoruz, üst kat, manzaralı, balkonu geniş, bütün ova ayağının altında; fakat kira...

Aradan birkaç sene geçti, o ev bizim oldu. Kiracı gittiğimiz ev bizim oldu. Demek ki duamız kabul olmuş, kendi evimize taşınmışız. Bizden önce kimse girmemişti eve, sıfır...İlk defa biz girmiştik, ev bizim... Meğer ev bizimmiş... İlkönce kendi evimize biraz kira verdik, ondan sonra ev bizim oldu. Yâni, "Allah'a dua ettim, Allah duamı kabul etmedi." demeyin!..

Allah duayı üç şekilde kabul eder:

1. Ya istediğinizi aynen verir.

2. Ya istediğinize daha uygun olanı verir. Sizin istediğiniz pek uygun değildir de...

Meselâ, siz istersiniz ki, "Bana bir külüstür, eski araba olsa da razıyım!" dersiniz, Allah size Mercedes verir. Mercedes daha iyi
değil mi?.. Daha iyi... Demek ki istediğim olmadı demeyeceksiniz; daha iyisini veriyor.

3. Ya da, bu dünyada verilmeyecek bir şey istediyseniz, ahirette sevabını verir.

Meselâ, ben hatırlıyorum: Hocamız vefat edeceği zaman başucunda bekliyoruz. Canımız gidiyor, vefat etmesin Hocamız diye...Benim babam filân hatırlıyorum:

"--Yâ Rabbi, benim ömrümü al, ona ver! Ben öleyim, o kalsın!" diye dua ediyordu.

Allah senin ömrünü almadan ona ömür vermeye kàdir değil mi?.. Kàdir... İlle bir yerden alıp öbür tarafa ekleme mecburiyeti yok Allah için... Dilerse onun da ömrünü, diğerinin de ömrünü uzatabilir.

Çok dua ettik ama Hocamız öldü. Neden?.. Kader... Kader değişmez tabii, ömrü o kadar... Çare yok...

Peygamber Efendimiz'in ölümünü de kimse istemedi, inanamadılar. Hazret-i Ömer kılıcı çekti, "Kim Peygamber öldü derse, kafasını uçururum!" dedi, "Ölmedi!" dedi. İnanamıyor bir türlü... Peygamber efendimiz yatıyor orda, o "Kim öldü derse, keserim!" diyor.

Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz ayet-i kerime okudu:

(Vemâ Muhammed ün illâ rasûl) "Muhammed  de bir rasuldür. (Kad halet min kablihir rusül) Ondan önce nice peygamberler yaşadı, öldüler; o da bir peygamber, o da ölecek! (Efe in mâte ev kutilenkalebtüm alâ a'kàbiküm?) Eğer o ölürse, veya şehid edilirse, topuğunuzun üzerinde dönüp de eski hayatınıza mı gideceksiniz, vaz mı geçeceksiniz İslâm'dan?..İslâm devam edecek!"

Bu ayet-i kerimeyi okuyunca, Hazret-i Ömer sakinleşti. "Bu ayeti evvelce biliyordum ama, hiç böyle düşünmemiştim, o mânâya almamıştım." diyor. O zaman anladı. Ne yapalım dediler, tedbir almağa filân başladılar.

Peygamberler ölüyor, herkes ölecek. Sen ölmesin diye dua ediyorsun, çok yaşasın diye dua ediyorsun. Ama kader... O zaman ne olur?.. Senin istediğin şey bu dünyada Allah'ın vermeyeceği bir şeyse, olmayacak bir şeyse; o zaman ahirette sevap verir.

Abdülkàdir-i Geylânî Hazretleri kitabında anlatıyor ki, o da hadis-i şeriften almış zâten... Ahirette kulun hesabı görülürken bakacakmış ki, yığın yığın sevaplar var... Şaşıracakmış ve soracakmış Allah'a:

"--Yâ Rabbi bu sevapları nerden kazandığımı da bilemiyorum ben... Nerden geldi bunlar?"

Allah-u Teâlâ Hazretleri buyuracakmış ki:

"--Ey kulum, bunlar senin dünyada ettiğin duaların mükâfatıdır. O zaman istediğin şeyler benim kader-i ilâhime uygun olmadığından verilmedi; bugün bu mükâfat verilmiş oluyor sana... Duanın karşılığı bu olmuş oluyor."

O zaman kullar diyeceklermiş ki:

"--Keşke dualarımızın hepsi böyle olsaymış da, burada çok büyük sevap kazansaymışız." diyeceklermiş. 39
 

 

RABITA RİSALESİ BÖLÜM 4


RABITA VE ÇEŞİTLERİ


RABITA-İ MEVT (TEFEKKÜRÜ MEVT)


    Rabıta-i Mevt�in lügattaki manası �Ölümü düşünme. Ölümü düşünerek günahlardan vazgeçme.� dir. Aslında bu rabıta çeşidi tasavvuf yolundaki kişilerin haricinde bütün müslümanların yapması gereken bir işlemdir.

Rabıta-i Mevtteki ana gaye ölümü ve ölüm sonrasını düşünerek hayatın kalan kısımlarını en iyi bir şekilde değerlendirmektir. İnsanlar şu yeryüzünde hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaktadır. Halbuki o ölüm bir gün gelip insanı sevdiklerinden ve bağımlı olduğu bütün şeylerden koparıp baki aleme götürecektir. Tabiki İslam inanışına göre de, dünya hayatında yaptığı şeylerin tamamından hesaba çekilecek ve sonuç olarak mükafat veya ceza. Aşağıda okuyacağımız ayeti kerimelerden de anlaşılacağı üzere cezaya çarptırılacak olan kişiler �tekraren dünya hayatına dönüp Allahın rızasına uygun bir şekilde yaşamayı isteyeceklerdir. Oysaki artık o gün geçmişe dönüş yoktur. O gün ölümün öldürüldüğü bir gündür.� İşte o vakit yapılacak ama reddedilecek bir temenninin hatırlanmasını sağlayacak tek şey rabıta-i mevttir. O insanlar Allahın emirlerini reddettikleri için, hafife aldıkları için ve ölümle yaşlanınca muhatap olacaklarını sandıkları için bu hallere düşmektedirler. İşte insanı hayatında aslen neyle karşı karşıya olduğunu hatırlatacak, neyle muhatap olduğunu hatırlatacak, hayatın ciddi bir görevle iç içe dolu olduğunu hatırlatacak, ölümün yaşlılar için değil gençler için de olduğunu hatırlatacak ve Allahın azabı ve mükafatının olduğunu hatırlatacak yegane unsur Rabıta-i Mevttir.

Rabıta-i Mevt yapan bir kişide başlıca şu haller meydana gelir.
   1-Dünya hayatının geçiciliğinin idrakine varır. Bunun neticesinde dünyevi şeylere iltifat etmeyerek Allah Rasulü gibi zühd hayatı yaşamaya yönelir.
   2-Yaşadığı anı son anıymış gibi düşünerek haramlardan kaçınır, hayırlı ve güzel şeylerle meşgul olur.
   3-Allaha kulluk etmenin idrakine vararak her işinde Allahın rızasını arar.
   4-Ruhsatları terk edip, azimetle amel eder.
   5-Allahın azabının şiddetli olduğunu bilir ve daima tevbe eder.
   6-Allahın Rahmetine ve Mağfiretine sığınır.
   7-Ölümden sonraki aleme inancı kuvvetlenir.
   8-İman esaslarına inancı kuvvetlenir.
   9-Cehennem azabının şiddetini düşünerek cennet hayatına talip olur. Bunun için gerekli olan emir ve nehiyleri yerine getirmekte hassasiyet gösterir.
   10-Başına gelen musibetlerden dolayı isyankar olmaz. Sabır ve Rıza gösterir.
   11-Yalnızca Allah�a tevekkül eder. Çünkü O nun haricindeki her şey fanidir.
   12-Rızkına kanaat eder ve helalinden kazanmaya gayret gösterir.
   13-Herşeye anında kızmayıp, insanları kırmamaya hatalarını göstererek onları uyarmaya çalışır.


İşte yukarıda, rabıta-i mevtin faydalarından bir kısmını saymaya çalıştık. Tabi faydalarının bu kadarla sınırlı olmadığı da bilinmelidir. Şimdi aşağıdaki ayet-i kerimeleri dikkatlice okuduğumuz zaman neden rabıta-i mevt yapılması gerektiğini, önemini, konunun hassasiyetini, nasıl yapılması ,gerektiğini ve kısaca delillerinin neler olduğunu hep birlikte göreceğiz.


AYET-İ KERİME MEALLERİ


�Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez.� 40

�Fakat, onları gelmesinde şüphe edilmeyen bir gün için topladığımız ve hiçbir haksızlığa uğramaksızın herkese kazandığı şeyler tastamam ödendiği zaman halleri nice olur?� 41

�Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de sayısız rızık verirsin.� 42

�Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir.� 43

�Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.� 44

�Gerçekten, inkar edip kafir olarak ölenler var ya, onların hiçbirinden, fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsa dahi, kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır; hiç yardımcıları da yoktur.� 45

�Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.� 46

�Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü (düşünün.) İmdi, yüzleri kararanlara: İnanmanızdan sonra kafir mi oldunuz? Öyle ise inkar etmiş olmanız yüzünden tadın azabı! (denilir). Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah'ın rahmeti içindedirler; orada ebedi kalacaklardır.� 47

�Kafirler için hazırlanmış bulunan ateşten sakının!� 48

�Andolsun ki siz, ölümle yüz yüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz.� 49

�Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır. Andolsun, ölseniz de öldürülseniz de Allah'ın huzurunda toplanacaksınız.� 50

�Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir.� 51

�Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz.� 52

�Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.� 53

�Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü: bu yüzden de kaybedenlerden oldu.� 54

Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya vesile arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz. 55

Biliniz ki Allah'ın cezalandırması çetindir ve yine Allah'ın bağışlaması ve esirgemesi sınırsızdır. 56

Unutma o günü ki, onları hep birden toplayacağız; sonra da, Allah'a ortak koşanlara: Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız? diyeceğiz. 57

Onların, ateşin karşısında durdurulup "Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!" dediklerini bir görsen!.. 58

Rablerinin huzuruna getirildikleri zaman sen onları bir görsen! Allah: Bu (yeniden dirilme olayı), hak değil miymiş? diyecek. Onlar da "Rabbimize andolsun ki evet!" diyecekler. Allah da, öyle ise inkar ettiğinizden dolayı azabı tadın! diyecek. 59

Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz? 60

Ancak (samimiyetle) dinleyenler daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları diriltecek, sonra da O'na döndürülecekler. 61

Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar. 62

O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler. Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur. 63

Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyolundu" diyenden ve "Ben de Allah'ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim" diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: "Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir görsen! Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçilerinizi de yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve (Allah) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir. 64

Günahın açığını da gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir. 65

O gün tartı haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. 66

"Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada (diriltilip) çıkarılacaksınız" dedi. Ey Âdem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi). 67

Rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O'dur. Sonunda onlar (o rüzgârlar), ağır bulutları yüklenince onu ölü bir memlekete sevkederiz. Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde bundan ibret alırsınız. 68

Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk. 69

Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar ve âyetlerimizden gafil olanlar yok mu, işte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden, varacakları yer, ateştir! 70

Onu yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve ona her yandan ölüm gelecek, oysa o ölecek değildir (ki azaptan kurtulsun). Bundan ötede şiddetli bir azap da vardır. 71

Allah'a andolsun, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) göndermişizdir. Fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de (iman etmediler). İşte o, bugün onların velisidir. Ve onlar için elem verici bir azap vardır. 72

Bu (azap), onların dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ve Allah'ın kafirler topluluğunu hidayete erdirmemesinden ötürüdür. İşte onlar Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Ve onlar gafillerin kendileridir.Hiç şüphesiz onlar ahirette ziyana uğrayanların ta kendileridir. 73


Bir de onlar dediler ki: Sahi biz, bir kemik yığını ve kokuşmuş bir toprak olmuş iken, yepyeni bir hilkatte diriltileceğiz, öyle mi! De ki: İster taş olun, ister demir, isterse aklınıza (yeniden dirilmesi) imkânsız gibi görünen herhangi bir yaratık! (Bunlar, Allah'ın sizi yeniden diriltmesini güçleştirmez.) Diyecekler ki: "Bizi tekrar (hayata) kim döndürecek?" De ki: Sizi ilk kez yaratan. Bunun üzerine onlar sana alaylı bir tarzda başlarını sallayacak ve "Ne zamanmış o?" diyecekler. De ki: Yakın olsa gerek! Allah sizi çağıracağı gün, kendisine hamdederek çağrısına uyarsınız ve (dirilmeden önceki halinizde) çok az kaldığınızı sanırsınız. 74

(Düşün) o günü ki, dağları yerinden götürürüz ve yeryüzünün çırılçıplak olduğunu görürsün. Hiçbirini bırakmaksızın onları (tüm ölüleri) mahşerde toplamış olacağız.75

İnsan der ki: "Öldüğüm zaman sahi diri olarak (kabrimden) çıkarılacak mıyım?" İnsan düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır? 76

(O takvâ sahipleri ki) onlar, görmedikleri halde Rablerine candan saygı gösterirler. Yine onlar, kıyametten korkan kimselerdir. 77

O, (önce) size hayat veren, sonra sizi öldürecek, sonra yine diriltecek olandır. Gerçekten insan, çok nankördür. 78

Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur. 79

(İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme. O gün, ne mal fayda verir ne de evlat.Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).80

Hayır; onların ahiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler. 81

Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı! 82


Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, onlar tamamen gafildirler. 83

Kendilerine ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz, Allah'ın yazısında (hükmedildiği gibi) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bugün yeniden dirilme günüdür; fakat siz onu tanımıyordunuz. 84

O günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, "Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık" diyecekleri zamanı bir görsen! 85

(O gün onlara şöyle diyeceğiz:) Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını şimdi tadın bakalım! Doğrusu biz de sizi unuttuk; yaptıklarınızdan ötürü ebedi azabı tadın! 86

Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak ahirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır. 87

Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryat ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur. 88

    İşte ayeti kerimelerden de açıkça anlaşılıyor ki öldükten sonra insanlar şu dünya hayatında yaptıkları işlerden dolayı mutlaka ama mutlaka bir hesaba çekileceklerdir. Bunun neticesinde Alemlerin Rabbi olan Allahü Teala hazretlerine kim iyi kulluk etmişse kim ömür sermayesini iyi değerlendirmişse O gün mahzun ve mahcup olmayacaktır. O gün gam ve kederlerden kurtuluş günüdür. O gün sayısız cennet nimetlerine kavuşma günüdür. Tabi ki bir de bunların tam tersi.

   İnananlar için hayatlarında böyle bir oto kontrol (Yapmış olduğu işlerin muhasebesi) oluşturmaları şarttır. Rabıta-i Mevt ise ne güzel bir oto kontroldür.
 


RABITA RİSALESİ BÖLÜM 5

RABITA-İ KALB (TEFEKKÜRÜ KALB)


    Rabıta-i Kalbin diğer bir adı da Rabıta-i Huzur�dur. Bu rabıta çeşidindeki ana gaye kişinin huzuru ilahide hazır bulunduğunu düşünerek, hareketlerini ona göre düzeltip kendisine bir çeki düzen vermesidir. Kendisini yaratan Allah�ın kainattaki mahlukatını, mevcudatını nasıl yarattığını düşünerek, O�nun gücünün, kuvvetinin, kudretinin, tasarrufatının, kainatı sevk ve idaresinin mükemmelliğini idrak etmeye çalışmaktır.


   Asrımızda maalesef insanlar kendilerini yaratan Allah�ı gereği gibi bilememektedirler. Bu cehaletleri nedeniyle Allah�ın ayetleriyle Allah�ın murad ettiği gibi muhatab olamamaktadırlar. Çünkü kişi neyle muhatab olduğunu bilmediği için konunun ehemmiyetini anlamaktan da aciz kalmaktadır. Oysaki Allahü Teala Hazretleri kendisini bizlere peygamberler aracılığıyla tanıtmaktadır. Allah�ı tanıma gayreti içerisindeki bir kişi için rabıta-i kalbin ne kadar faydalı olduğunu aşağıdaki ayet-i kerime meallerini okuyalım da daha iyi anlayalım.

(Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin. 89

De ki: İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye kadirdir. 90

Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece "Ol!" der; o da oluverir. 91

Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O'na teslim olduğu halde onlar (ehl-i kitap), Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O'na döndürüleceklerdir. 92

Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. 93

Allah'ın size olan nimetini, "Duyduk ve kabul ettik" dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı (O'na verdiğiniz) sözü hatırlayın ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, kalblerin içindekini bilmektedir. 94

Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkıyla kadirdir. 95

Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır? 96

Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca âyet ve delillerden) sonra kafir olanlar (hâla putları) Rab'leri ile denk tutuyorlar. 97

(Onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. "Allah'ındır" de. O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyana sokanlar var ya işte onlar inanmazlar. 98

O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır. 99

O, gökleri ve yeri hak (ve hikmet) ile yaratandır. "Ol!" dediği gün herşey oluverir. O'nun sözü gerçektir. Sûr'a üflendiği gün de hükümranlık O'nundur. Gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır. 100

Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim'in bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâla ibret almıyor musunuz? 101
   
Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde (haktan) nasıl dönersiniz! O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı (vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, azîz olan (ve her şeyi) pek iyi bilen Allah'ın takdiridir. O, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Gerçekten biz, bilen bir toplum için âyetleri geniş geniş açıkladık. O, sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yaratandır. (Sizin için) bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık. O, gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üstüste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır. 102

Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır. (Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim. 103 

Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez. 104

Göklerin ve yerin hükümranlığın, Allah'ın yarattığı her şey ve ecellerinin yaklaşmış olabileceği hususunda düşünmediler mi ? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar? Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur. Ve onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakır. 105

Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (aya) birtakım menziller takdir eden O'dur. Allah bunları, ancak bir gerçeğe (ve hikmete) binaen yaratmıştır. O, bilen bir kavme âyetlerini açıklamaktadır. Gece ve gündüzün değişmesinde (uzayıp kısalmasında) Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, (O'nu inkar etmekten) sakınan bir kavim için elbette nice deliller vardır!  106

Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur'an'dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmasın. 107

Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah'a aittir. Her iş O'na döndürülür. Öyle ise O'na kulluk et ve O'na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir. 108

Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler. 109

Yine o küfredenler, �Ona, Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!� diyorlar. De ki: �Hiç şüphesiz Allah, dilediği kimseyi şaşırtır, gönlünü kendisine çevirene de hidayet buyurur!� 110

   Rabıta-i Kalble ilgili ayeti kerimeleri çoğaltmak mümkündür ancak bu kadarının kifayet edeceği kanısındayız.

   Rabıta-i Kalbin başlıca faydaları şunlardır.
   1-Gönlünü Rabbine çevirenlerin hidayete erişeceğini bilir.
   2-Göklerdeki ve yerdeki Allah�ın varlığına delalet eden kainat ayetlerini tefekkür ederek Allah�a olan teslimiyeti artar.
   3-Allah�ın gizli ve aşikar olan herşeyi bildiğini hatırından çıkarmaz ve O�na teslimiyet gösterip Allah�a Tevekkül eden bir kul haline gelir.
   4-Her halinin Allah tarafından görüldüğünü hatırından çıkarmadığı için, Allah�ın hoşlanmadığı işlerden yüz çevirip razı olacağı amellerle meşgul olmaya gayret gösterir.
   5-Yegane güç ve kuvvet sahibinin Allah�ü Teala hazretleri olduğunu hatırından çıkarmayıp havf ve reca üzere olmaya gayret eder.
   6-Kendi varlığının devamı için Allah�a muhtaç olduğunun idrakine varır. Bu idrak ile biiznillah kibir ve riyadan kurtulur.
   7-Bu tefekkür sayesinde gönlü Allah sevgisiyle dolup taşar. Bu sevgi neticesinde Rasulullah efendimize ittiba eder.
   8-Allah�a yönelenlere uyup onların halleriyle hallenmeye, ahlaklarıyla ahlaklanmaya ve edepleriyle de edeplenme ye çalışır.
   9-Gönlünde meydana gelecek olan Allah sevgisiyle herşeyin Rabbinden geldiğini bilip rıza ve sabır gösterir.
   10-Haksızlık ve zulümden uzaklaşıp, Adalet ve doğruluğa yönelir.

    Rabıta-i Kalbin bu ve benzeri faydalarını çoğaltmak elbette ki mümkündür. 
 
 

RABITA RİSALESİ BÖLÜM 6


Mürşid Rabıtası
         İnsanların birbirlerinden huy ve karakteristik açılardan etkilendikleri, bazı hayvanlarda olduğu gibi insanların da beyinlerini kullanarak telepati yöntemiyle birbirleriyle haberleşebilecekleri bu gün modern bilim tarafından ispatlanmıştır.
   
          Bu durum, gözlem yoluyla elde edilen kanaatlar neticesinde bizlerin atasözlerine dahi yansımıştır. �Üzüm üzüme baka baka kararır.� �Kıratın yanında duran ya huyundan ya suyundan� gibi.

Hadisi Şeriflerde de bu konuya işaret edilerek:

�Kişi dostunun dini üzeredir. O halde, herkes kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin� 111

�Kişi sevdikleri ile beraberdir.�  112

Bireyin arkadaşından olan etkileşimi vurgulanarak belirli bir dönemden sonra tavırlarında, düşünce yapısında ve hallerinde büyük bir benzerlik meydana geleceği bildirilmiştir. Bu konu Tevbe suresi ayet 119 da ise şöyle vurgulanmıştır �Ey iman edenler, Allah�tan korkun. Bir de sadıklarla beraber olun.� 113  Ayeti kerimede de açıkça ifade edildiği gibi Allah c.c. iman eden kullarından hallerinin devamlılığı ve olumlu yönde seyri için sözünde, özünde, hareketlerinde doğruluk oranı yüksek olan ihlaslı kişilerle beraber olmalarını tavsiye değil, emrediyor.

Şimdi sonuç olarak diyebiliriz ki kültürel düşünceye göre, modern bilime göre ve İslam Dinine göre insanların birbirlerinden etkilendikleri ittifak halinde kabul edilmektedir.

İşte kendisiyle rabıta yapılacak kişinin ayeti kerimede olduğu gibi salih biri olması zorunludur. Tasavvufi açıdan ise: Allah Dostu olma sıfatlarıyla vasıflanmış, hikmet sahibi kamil bir şeyhe kalbi bağlayıp, beraber ve ayrıyken de o şeyhin sureti, hareketleri ve bilhassa ruhaniyetini hayalde kendisi ile birlikte muhafaza etmektir.

Demek oluyor ki herkesle rabıta yapılamaz.

Rabıta ve rabıta edilen şeyh bir araçtır. Mesela yüzme bilmeyen birisini düşünelim. Bu kişinin birde yüzme öğretmeni olsa, burada amaç yüzmektir. Öğretmense kişinin yüzmeyi öğrenmesi için araç konumundadır. Bu çalışmalar sırasında kişi boğulmamak için yüzmeyi bilen birisine sarılır, yüzme kabiliyeti gelişince ve tek başına yüzebilir hale gelince artık araçları (öğretmeni) bırakarak tek başına yüzer. Bu misalde olduğu gibi şeyh hiçbir zaman amaç değildir. Amaç Allahın dostu olabilmektir. Bunun birinci aşaması ise Allahın dostlarıyla dost olabilmektir. Tıpkı bu hadisi şerifte belirtildiği gibi �Kişi dostunun dini üzeredir. O halde, herkes kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin� 114

Artık kişi kendisini yetiştirip Allahın füyuzatından kendiliğinden istifade edebilecek hale geldiğinde artık araçlar terk edilir. Yani mürşid rabıtası bırakılır.

Cenabı Allah bir ayeti kerimede �Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: "Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır" diye yazmıştık.� 115 Başka bir ayette ise �Ey iman edenler, Allah�tan korkun. Bir de sadıklarla beraber olun.� 116 buyurmaktadır. Buradaki iyi ve sadık kullarla beraberlik hem bedenen olabildiği gibi Rabıta aracılığıyla Ruhen de yapılabilir. Ve faydası da çok büyüktür. Çünkü İnsan çok sevdiği birisinden uzak bir yerde onun hayalini kursa, hemen hemen yanındaymış gibi bir ruhi yapıya ve olgunluğa sahip olur. İçi kıpırdanır, yakınlığın boyutuna göre de etkilenir.

Başka bir ayeti kerimede �Ey iman edenler, Allah�tan korkun. O�na yaklaşmaya vesile arayın. 117� buyurulmaktadır. Allaha yaklaşabilmek için, O na yaklaşmış birine yaklaşmanın yollarından bir tanesi de rabıtadır.

Bizlerin evliyaullah�a olan muhabbetimizin sebebi Allahın o kullarını sevmesinden dolayıdır. �Kişi sevdikleri ile beraberdir.� 118 hadisi şerifindeki beraberliğin bir şeklide işte rabıtadır.

Başka ayeti kerimelerde �Kalblerinizi (birbirine) bağlamak ve ayakları(nızı) pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu.  119� �Ey iman edenler! Sabredin ve sabır yarışında düşmanlarınızı geçin! (Cihad için hazır ve) rabıtalı bulunun. Hem Allah�tan korkun ki, felah bulasınız.  120 �Eğer biz, (va�dimize) inananlardan olması için onun kalbini (sabır, sebut, kuvvetli bir irtibat ve güçlü bir bağ ile) iyice pekiştirmemiş olsaydık, nerede ise işi açığa vuracaktı: 121 �Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.� 122 �Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. 123� buyurulmaktadır. İşte rabıta ayeti kerimelerdeki kalbi birlikteliği meydana getiren, insanların kalplerini bir birine bağlayan manevi bir bağ durumundadır.

Rabıta aynı zamanda kişinin mürşidine olan muhabbetini ve sevgisini artırır. Hz. Ebu Bekir efendimiz bir gün peygamber efendimize gelerek �Ya Rasulallah, ruhaniyyetiniz bir an bile gözümün önünden gitmiyor bu nedenle tuvalet ihtiyacımı gidermekten haya ediyorum � deyince o iki cihan serveri ihtiyacını gidermesini söylüyor.124  Yine İbni Abbas R.Anh Peygamberimiz s.a.s�in aynasına baktığı zaman kendisini değil de Resulullah efendimizi görürlermiş. 125 Her iki olayda da açıkça görülüyor ki Peygamber efendimizin sevgisi ve muhabbeti her iki sahabenin kendi benliklerinden dahi öteye geçmiştir. Zaten böyle de olması gerekir. Çünkü bir ayeti kerimede �Peygamber, müminlere kendi canlarından daha sevimlidir.� 126 buyurulmaktadır.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, kişinin sevdiği birisinin hayalini hafızasında canlı tutması sahabe-i kiram hazretlerinde de vardı. Ve Hazreti peygamber onları bu halden men etmedi. İşte gerçek bir mürşidi kamile yapılan rabıta mürşid sevgisinin yanında kişideki peygamber sevgisini de zirveye çıkarır . Çünkü şeyhin yalnız suretini değil siret yani hareketlerini de düşünmek gerekmektedir.
Şeyhin hareketlerini düşünmeye başlayan insan da zaman içerisinde (Şeyh kendi hareketlerini Peygamber efendimizin hareketlerine benzettiği için) hazreti peygambere karşı dayanılmaz bir muhabbet oluşur. Burada rabıta az önceki ayeti kerimede belirtildiği üzere �Peygamber, müminlere kendi canlarından daha sevimlidir.� 127 imanı kemale erdirici bir unsur olmaktadır.

Rabıtayı başka bir yönden de ele alacak olursak, Allahın sevgisine ulaşmanın bir yoludur rabıta. Çünkü yapmış olduğu ibadetlerle Kalbini Allahın haricindekilerden arındıran sufi, Rabıta yoluyla hem Allah�ı hem de imanı kemale erdirici bir unsur olduğu için Rasulullahı sevmeye başlar.
Bir hadisi şerifte peygamber efendimiz evliyayı şöyle tarif eder � Görüldükleri zaman Allah Tealanın hatırlanıp, zikrolunmasına sebep olan zatlardır.� 128 İşte rabıta sayesinde evliyayı hayal eden kişi aynı zaman da Allah�ı hatırlayıp sever. Kişi gerçekten Allahı seviyorsa bu sevgi onu Hazreti peygambere uymaya sevkeder. Çünkü bir ayeti kerimede �Habibim de ki, eğer Allah�ı seviyorsanız, bana uyunki Allah�da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün.� 129 buyurulmaktadır.

İşte Rabıta kişiyi hem Allah�a olan sevgisinden dolayı hem de mürşidinin uygulamalı sünnet yaşantısını hayal etmesinden dolayı Hazreti peygamberi ona sevdirip ittiba ettirir. Bu bir sufi için değil aynı zamanda bütün müminler için çok önemledir. Bir ayeti kerimede mealen �Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.� 130 Bir Hadisi şerifte �Onlar Allah için birbirlerini sevenlerdir.� 131 buyurulmaktadır. İşte bu sevgilerin buluşma yeridir rabıta.

   İşte yukarıda bahsettiğimiz nedenlerden dolayı Mürşit Rabıtası büyük önem taşımaktadır.
 

 

RABITA RİSALESİ  BÖLÜM 7

                      RABITA HAKKINDAKİ TENKİTLER


         Rabıta asırlardır ulemanın hem kendi arasında hem de mürşid-i kamiller ile ulema arasında tartışılan bir konudur.
         Rabıtaya karşı çıkanlar, rabıtanın şirk olduğunu, bidat olduğunu, burada şeyhin kul ile Allah arasına girdiğini, rabıtanın Nakşibendi Tarikati haricindeki diğer tarikatlarca da kabul görmediğini ve öncelikle Kur�an-ı Kerimde böyle bir emrin olmadığını söylerler. Rabıtayı savunanlar ise rabıtanın içtihadi bir konu olduğunu, şirk olmadığını, Kur�an-ı Kerimde ve sünnet-i seniyyede rabıtaya dair açıkça işaret vardır demektedirler. Bu iki görüşü de ayrı ayrı değerlendirecek olursak.



1-Kur�an-ı Kerimde Rabıta Emredilmemektedir.

         Şahsi kanaatim şudur. Yukarıda görüşlerini sunduğumuz mutasavvıfların ve ulemanın hiç biri zaten Rabıta farzdır dememektedirler. İsteyenin yapıp yapmamakta serbest olduğunu, ancak yapılmasını da tavsiye etmektedirler.

         �Kur�an-ı Kerimde rabıta emredilmemiştir� sözünü birde tersinden düşünelim. Acaba Kur�an-ı Kerimde Rabıta yasaklanmışmıdır? Veya Sünnet-i Seniyye de Rabıta yasaklanmışmıdır? Ne Kur�an da ne sünnette böyle bir yasak bulunmamaktadır. Bilakis yapılabileceğine dair işaretler vardır. Bunları da zaten yukarıdaki bölümlerde anlatmaya çalıştık.

         Sonuç olarak zaten mutasavvıfların �Kur�an-ı Kerimde rabıta emredilmiştir� diye böyle bir iddiası yoktur. Dolayısıyla bu iddia boş ve yersizdir.



2-Rabıta Bidattir.

         Bidat lügatte �Dinin aslında olmayıp sonradan icad edilen şeyler. Dinin aslına zıt düşmeyen yeni icad ve hükümlere Bid�a-yı Hasene (Hayırlı bidat), Kitap ve sünnete zıt düşünelere de Bid�a-yı Seyyie denilmektedir.�

         Eğer rabıta bidat olacak olsaydı, Bid�a-yı Hasene sınıfına girmesi gerekirdi. Oysaki Rabıta mutasavvıflar tarafından dini bir sorumluluk olarak görülmemektedir. Böyle oluncada dine sokulma gibi bir durum yok ki Rabıta Bidat olsun? Aslında benim şahsi kanaatim şudur. Şimdi Yukarıdaki ayeti kerimelere göre ölümü tefekkür (Rabıta-i Mevt) etmenin dinde olmadığını söylemek mümkün mü? Allahı tanıyabilmek açısından Allah�ın sıfatlarını tefekkür (Rabıta-i Kalb) etmenin dinde olmadığını söylemek mümkün mü? Şimdi bu iki durumda Rabıta dinde oluyor da Allah�ın belki de en büyük kainat ayeti konumunda ki halifesi olan bir insanı tefekkür (Rabıta-i Mürşid) etmek mi dinde olmuyor? Kaldı ki İslam Dini İnsan Fıtratına en uygun dindir. Çünkü bu dini gönderen aynı zamanda insanı da yaratan Allah�tır. Böyle olunca da yaratıcı olan Allah kullarının nelere ihtiyacı olduğunu bilmez mi? Elbette ki bilir. İnsanın sevdiği birisini veya eşyayı düşünmesi fıtri bir olaydır.

         Düşünmek, tefekkür etmek insana özgü bir haldir. İnsanları diğer mahlukattan ayıran en belirgin özellik akıl değil midir? Eğer akıl varsa o zaman düşünme ve tefekkür etme bunun sonucu olması gerekir. Bütün insanlar zaman zaman sevdiklerini hayal eder, bu ölen annesi olabilir, babası olabilir, evladı olabilir ve hatta hayatta da olabilirler de ayrı yerlerde yaşarlar. Hatta ve hatta kişi memleketinden ayrılırda oturduğu evi hayal eder, kullandığı eşyaları hayal eder veya o yerin dağını, taşını, toprağını, havasını, suyunu hayal eder. Şimdi bunları düşünmesi bidat veya şirk olmuyor da sevdiği bir hocasını düşünmesi mi bidat veya şirk oluyor?

         Rabıta fıtri bir olay olan düşünmenin metodize edilmiş bir halidir.



3-Rabıta Nakşibendi Tarikatinin Haricindeki Tarikatlarcada Kabul Edilmemektedir.

         Bu görüşün üzerinde fazla durmaya gerek yoktur. Çünkü yukarıda başka tarikatların mürşidlerinin de bu konu hakkında görüşleri vardır. Ve hepside dervişlerine Rabıtayı tavsiye etmektedirler.



4-Rabıtada Şeyh Kul ile Allah Arasına Girmektedir.

         Burada Allah ile kul arasına girmekle neyin kastedildiği çok önemlidir. Bir örnek verecek olursak Peygamberlerin Allah ile kul arasındaki pozisyonu nedir? Bunu düşünelim.

         Şeyh vesile olmakla kul ile Allah arasına girmez. Başka dinlerdeki vesile kavramıyla İslam dinindeki vesile kavramı birbirinden tamamen farklıdır. Maalesef rabıtaya karşı çıkanlar başka dinlerce kabul görmüş vesile kavramına göre hareket etmektedirler. Sanki kendi dinlerindeki vesile kavramından habersizlermiş gibi.

         Başka dinlerde vesile şöyle algılanmaktadır. �Kişinin kendi iradesi olmadan vesilenin iradesi altında onu alıp maksadına ulaştırmasıdır.� Hatta bazı müşrik inançlarında maksada ulaştırıcı İlahların bir vasfıdır. Böyle bir vesile kavramının İslam inanç sistemiyle bağdaşması mümkün değildir. O�nun için İslam bu kötü adeti değiştirmiş ve vesile kavramına yeni bir mana vermiştir.

         İslama göre vesile �Kişinin cüz-i iradesiyle hareket ederek yapacağı şeylerle Allaha yaklaşılan fiillerdir.� Bu bir alimi taklit etmekte olabilir başka bir şeyde.

         İşte Rabıtada şeyhin kul ile Allah arasına girmesi diye bir şey söz konusu değildir. Şeyh burada sadece Allaha yaklaşmak isteyen bir kişiye ancak örnek model konumundadır. Örnek bir tasarımdır. Yol rehberidir.

         İnsan şeyhsizde hedefine ulaşabilir. Ama bu oldukça zordur. Yolu bilen birisiyle insan hedefine daha çabuk ulaşır. Daha rahat gider. Kendisini güvende hişsseder. Şeyh efendi senin karanlık bir gecede Kur�an ve Hadis okuyabilmen için bir lambadır. Seni maksadına ulaştıracak şeyler Kur�an ve Sünnettir. Bu iki pınardan akan suları üstünü başını ıslatmadan dışarıya dökmeden güğümünü doldura bilmen için oluk dur şeyh.

         Sonuç olarak başka dinlerde anlaşıldığı gibi şeyhin kul ile Allah arasına girmesi diye bir şey söz konusu değildir.
 


RABITA RİSALESİ BÖLÜM 8

5-Rabıta Şirktir.

         Şirkin lügat manası �Allaha ortak koşma, Allahdan başka varlıklarında bu alemde yaratma vs tesirlerinin olduğunu kabul etme�


Ayetlerde Şirk

�O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın.� 132

�İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.� 133

�Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.� 134

�Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.� 135

�İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da "Biz hıristiyanlarız" diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.� 136

�Hayır, onların (o inkarcıların) kalpleri bu hususta cehalet içindedir. Ayrıca onların bundan (bu şirk ve inkarcılıklarından) öte birtakım (kötü) işleri vardır ki, onlar bu işleri yapar dururlar.� 137

�Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.� 138

Kütüb-i Sitte Hadislerinde Şirk

�601 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "İmân edenler, bununla berâber imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte (ancak) onlardır ki korkudan emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir" (En'âm, 82) ayeti indiği zaman, bu ayet Müslümanlara çok ağır geldi ve: "Hengimiz nefsine zulmetmiyor? (mahvolduk)" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır, burada kastedilen o değil, şirktir. Lokman'ın oğluna olan şu sözünü işitmediniz mi?: "Oğulcuğum, Allah'a şirk koşma, zira şirk büyük zulümdür" (Lokman, 13). 139

4628 - Ebu'd-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim namazı kılar, zekâtı verir ve Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölürse, ona mağfiret etmek Allah üzerine bir hak olur. Hicret etse veya doğduğu yerde ölse de!"
Dedik ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Biz bunu halka anlatsak da sevinseler olmaz mı?"
"Cennette yüz derece var. Her iki derece arasında arzla sema arasındaki kadar mesafe var. Allah onu kendi yolunda cihad edenlere hazırladı. Ben mü'minleri bindirebileceğim bir şey bulamamam sebebiyle onlar da (bu yüzden cihada iştirak edemedikleri için) benden geri kalmalarına üzülmeleri suretiyle mü'minlere meşakkat vermemiş olsaydım, hiçbir seriyyeden geri kalmaz, (her birine) iştirak ederdim. Ben (cihad esnasında) öldürülüp, sonra tekrar diriltilmeyi, tekrar öldürülmeyi isterim" buyurdular." 140

4636 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri diyor ki: "Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım. O, şayet bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir zira yaklaşırım. Eğer o, bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım." 141

4637 - Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri demiştir ki: "Kim bir hayır işlerse ona sevabının on katı verilir veya arttırırım da. Kim bir günah işlerse bunun cezası misli kadardır, veya affederim. Kim bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zirâ yaklaşırım. Kim bana bir zirâ yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana hiçbir şeyi şirk koşmaksızın, arz dolusu hata ile kavuşursa ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım." 142

2329 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh)'in anlattığına göre, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğini işitmiştir "Kişiyle şirk arasında namazın terki vardır." 143

3062 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim, diyordu ki:
"Bir müslüman ölür, cenaze namazına Allah'a şirk koşmayan kırk kişi katılırsa, Allah, bunların onun hakkındaki şefaatini mutlaka kabül eder.'' 144

4114 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah Teâla Hazretleri diyor ki: "Ey Ademoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümid ettikçe ben senden her ne sâdır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey Ademoğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim. Ey ademoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiçbir şirk koşmaksızın bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle karşılarım." 145

7 - Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünâde el-Gıfârî) (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bana Cebrâil aleyhisselam gelerek "Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer" müjdesini verdi" dedi. Ben (hayretle) "zina ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum. "Hırsızlık da etse, zina da yapsa" cevabını verdi. Ben tekrar: "Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!" dedim. "Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dördüncü keresinde ilâve etti: "Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir".146

179 - İbnu Abbâs anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Kim Müslümanlar arasından bir yetim alarak yiyecek ve içeceğine dâhil ederse, affedilmez bir günah (şirk) işlememişse, Allah onu mutlaka cennete koyacaktır."147


5192 - Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?" buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmişlerdi. Biz: "Evet!" deyince:
"Allah'a şirk koşmak, anne ve baba haklarına riayetsizlik, cana kıymak!" buyurdular. Bu sırada dayanmış durumda idi, yere oturup:
"Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan şahidlik!" dedi ve bunu o kadar tekrar etti ki, "Keşke kesse artık!" temennisinde bulunduk." 148

5193 - Ubeyd İbnu Umeyr babası radıyallahu anh'tan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir adam kebâirden sormuştu, şöyle cevap verdiler:
"Onlar dokuzdur!" buyurdular ve saydılar: "şirk, sihir, insan öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadınlara iftirada bulunmak, anne ve babaya haksızlık, kıbleniz olan Beytu'l-Haram (da masiyet işlemey)i sağlığınız veya ölümünüzde helal addetmek." 149

5053 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Her peygamberin müstecab (Allah'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı âhirete bıraktım). Ona inşaallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nâil olacaktır." 150

         Yukarıdaki ayet ve hadis meallerini incelediğimiz zaman aynı sözlük manasındaki gibi şirkin Allah�a eş koşmak olduğu açıkça görülmektedir. Şimdiye kadar rabıtayla ilgili aktarılan görüşlerde Şeyhi Allah yerine koyan veya Allah Tealanın Zatına ait bir sıfatı Şeyhe yükleyen bir cümle geçti mi? Halbuki rabıta, insanın kemale ermesi için yapmakta olduğu acizliğinin itirafıdır. Hiç fani bir beşere Baki olan Allah�ın sıfatlarını yüklemek akıl ve mantık işimidir? Halbuki Tasavvuf ilminin ana konularından bir tanesi de Allah�ı tanımaktır. Hedefi Allah�ı tanımak olan birisi tutup Şeyhi kendisine Allah edinir mi? Veya bu Tasavvuf iliminin öğreticisi konumunda olan bir şeyh tutup kendini Haşa Allah yerine koyabilir mi? Yine Tasavvufi bir deyim olan Fena Fillahı (Kişinin kendi varlığını Allah�ın varlığı karşısında yok sayması) kabul eden bir kimsenin, kendisini yok sayan bir kişinin nasıl olurda böyle bir yola gireceği düşünülebilir?

         Şirki ayet ve hadislerde geçtiği gibi kabul edersek rabıta kesinlikle şirk değildir. Ancak şirki herhangi bir şeyi düşünme başta insan olmak üzere kabul edersek yeryüzündeki herkes o zaman müşrik konumundadır. Cenab-ı Allah cümlemizi şirkin açığından da gizlisinden de muhafaza buyursun amin.

   Allah�ın yardımıyla bu bölümde burada bitti.

NOTLAR

1 (Tasavvuf Mes�eleleri s/124-125-126-127-128-129-130)
2 (Ana hatlarıyla tasavvuf tarihi s/129-130-131-132-133)
3 (Tasavvauf ve tarikatlar tarihi s/238-39-240)
4 (Muhammed  Zahid El Kevseri/139)
5 (Kur�an ve Sünnet ışığında Rabıta ve Tevessül s/357-358)
6 (Sikke-i Tasdik-i Gaybi Risalesi s/67)
7 (Risale-i Nurda Tasavvuf s/106-107)
8 ( Kur�an ve Sünnet ışığında Rabıta ve Tevessül s/378-379)
9 (Hatmei Hacegan Risalesi s/8-9)
10 (İlahi Lütuflar s.210-11)
11 (Mektubat-ı Rabbani c.1 s.396)
12 (Mektubat-ı Rabbani c.1 s.400)
13 (Mektubat-ı Rabbani c.1 s.604)
14 (Mektubat-ı Rabbani c.2 s.995)
15 (Risale-i Halidiye ve Adab-ı Zikir Risalesi s.105-6)
16 (Risale-i Halidiye ve Adab-ı Zikir Risalesi s.111-3)
17 (Halidiye Risalesi s.43)
18 (Gümüşhanevi Ahmed Ziyaüddin k.s. Hayatı-Eserleri-Tarikat Anlayışı ve Halidiye Tarikatı s.274-275-276-277-278)
19 (Tasavvuf ve Tarikatlarla İlgili Fetvalar s.147-148-149-150)
20 (Tasavvufi Ahlak Cilt 2 Kitabül Ezkar s.239-240)
21 .(Güncel Meseleler 1 s. 181-182-183-184-185-186-187-188-189-190)
22 (Güncel Meseleler 2 s.193-194-195-196)
23 (Rabıta ve Tevessül s.187)
24 (Rabıta ve Tevessül s.239-40-45)
25 (Marifetname c.2 s29-30)
26 (Rabıta-i Şerife s.17-18)
27 (Musahabe/6 s.151-153)
28 (Rabıta ve Tevessül s.351-2)
29 (Rabıta ve Tevessül s.363)
30 (Tevbe/119)
31 (Yusuf/24)
32 (Maide/35)
33 (Al-i İmran/31)
34 (Enfal/11)
35 (Al-i İmran/200)
36 (Kasas/10)
37 (Riyazüs Salihin/398-Buhari edep/96-Müslim/165-Tirmizi zühd/50)
38 (Rabıta ve tevessül s.14)
39 (İslam, Tasavvuf ve Hayat s.345-346-347-348-349-350-351-352-353354-355)
40 (Al-i İmran/9)
41 (Al-i İmran/25)
42 (Al-i İmran/27)
43 (Al-i İmran/30)
44 (Al-i İmran/77)
45 (Al-i İmran/91)
46 (Al-i İmran/102)
47 (Al-i İmran/106-107)
48 (Al-i İmran/131)
49 (Al-i İmran/143)
50 (Al-i İmran/157-158)
51 (Nisa/147)
52 (Nisa/162)
53 (Maide/8)
54 (Maide/30)
55 (Maide/35)
56 (Maide/98)
57 (En�am/22)
58 (En�am/27)
59 (En�am/30)
60 (En�am/32)
61 (En�am/36)
62 (En�am/51)
63 (En�am/61-62)
64 (En�am/93-94)
65 (En�am/120)
66 (Araf/8)
67 (Araf/25-26)
68 (Araf/57)
69 (Araf/102)
70 (Yunus/7-8)
71 (İbrahim/17)
72 (Nahl/63)
73 (Nahl/107-108-109)
74 (İsra/49-50-51-52)
75 (Kehf/47)
76 (Meryem/66-67)
77 (Enbiya/49)
78 (Hac/66)
79 (Şuara/81-82)
80 (Şuara/87-88-89)
81 (Neml/66)
82 (Ankebut/64)
83 (Rum/7)
84 (Rum/56)
85 (Secde/12)
86 (Secde/14)
87 (Sebe/21)
88 (Fatır/37)
89 (Al-i İmran/26)
90 (Al-i İmran/29)
91 (Al-i İmran/47)
92 (Al-i İmran/83)
93 (Al-i İmran/129)
94 (Maide/7)
95 (Maide/40)
96 (Maide/50)
97 (En�am/1)
98 (En�am/12)
99 (En�am/18)
100 (En�am/73)
101 (En�am/79-80)
102 (En�am/95-96-97-98-99)
103 (En�am/103-104)
104 (Araf/54-55)
105 (Araf/185-186)
106 (Yunus/5-6)
107 (Yunus/61)
108 (Hud/123)
109 (Yusuf/105)
110 (Ra�d/27)
111 (Tirmizi,Zühd/45)
112 (Buhari,Edep/96-Müslim,Birr/165-Tirmizi,Zühd/50)
113 (Tevbe/119)
114 (Tirmizi,Zühd/45).
115 (Enbiya/105)
116 (Tevbe/119)
117 (Maide/35)
118 (Buhari,Edep/96-Müslim,Birr/165-Tirmizi,Zühd/50)
119 (Enfal/11)
120 (Al-i İmran/200)
121 (Kasas/10)
122 (Enfal/63)
123 (Al-i İmran/103)
124 (Risale-i Halidiye/15-16)
125 (Risale-i Halidiye/108)
126 (Ahzab/6)
127 (Ahzab/6)
128 (Kur�an ve Sünnet Işığında Rabıta ve Tevessül/18)
129 (Al-i İmran/31)
130 (Ahzab/21)
131 (Kur�an ve Sünnet Işığında Rabıta ve Tevessül/14)
132 (Bakara/22)
133 (Bakara/165)
134 (Nisa/48)
135 (Nisa/116)
136 (Maide/82)
137 (Müminun/63)
138 (Lokman/13)
139 (Buhari, İman 23; Enbiya 8, 41; Tefsir, En'âm 3; Tefsir, Lokman 1; İstitâbe 1,9; Müslim, İman 197, (124); Tirmizi, Tefsir, En'âm, (3029).)
140 (Nesai, Cihad 18, (6, 20).)
141( Buhari, Tevhid 15, 35; Müslim, Zikr 2, (2675), Tevbe 1, (2675).
142 (Müslim, Zikr 22, (2687).
143 (Müslim, İman 134, (82); Ebü Dâvud, Sünnet 15, (4678); Tirmizî, İman 9, (2622). Metin Müslim'in metnidir.)
144 (Müslim, Cenâiz 59, (948); Ebu Dâvud, Cenâiz 45, (3170).
145 (Tirmizi, Da'avat 106, (3534).
146 (Buhârî, Tevhid 33; Müslim, İman 153, (94); Tirmizî, İman 18, (2646).
147 (Tirmizî, Birr 14, (1918).
148 (Buhâri, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti'zân 35, İstitâbe 1; Müslim, İmân 143, (87); Tirmizi, Şehâdât 3, (2302).
149 (Ebu Dâvud, Vesâya 10, (2875); Nesâi, Tahrim 3, (7, 89).
150 (Buhari, Da'avat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198); Muvatta, Kur'an 26, (1, 212); Tirmizi, Da'avat 

RABITA RİSALESİ  BÖLÜM 9


                                     Mevlânâ Hâlid Ziyâeddîn-i Bağdadî (Kuddise sirruhû) İrtihâli: Şam 1242  (Tasavvufi Ahlak Cilt 2 196-197-198-199-200-201-202-203-204-205 Mehmed Zahid Kotku R.Aleyh)



         Boyu uzun, cüssesi büyük, rengi beyaz ve pembe karışımı, gözleri iri ve siyah, burunlarının ortası yüce, dişleri seyrek, yüzü nurlu ve güleçdi. Sakalı siyah ve büyükçe, göğsü geniş, kolları uzuncaydı. Vekâr ve mehabeti görenleri hemen hürmete sevkederdi. Zamanının allâmesiydi.

         Hadîs, fıkıh, mantık, mutavvel, kelâm ve hikmet gibi ulûm-u âliyeye, usûl-ü hendese, ilm-i hey'et ve diğer fünûn-u zahire ve ulûm-u nâfiaya vâkıfdı. Erbâb-ı kulûb, sohbetine can atardı. Nakşiye, Kâdiriye, Sühreverdiye, Çeştiye, Kübreviye Tarîklerinden icazetli mürşiddi ve müceddiddi.

         Çok hadîs okurdu. Binlerce adam yetiştirdi. Divânı ve te'lifâtı meşhurdur. Hazret-i Osman (r.a.) neslinden Hasan ibni Ahmed'in oğludur. Nesebi; veliyyü'l-kâmil pîr Mikâîldir. Halk arasında alt» parmak denilmekle ma'rûftur. Âlimü'l allâme şeyh Hâlid (k.s.) zahirî ve bâtınî bütün ilimlerde yed-i tûlâ sahibidir. Sarf, nahiv, fıkıh, mantık, hendese, hadîs ve tasavvufa derin nüfuz ve bilgileri vardır. Kendileri ehl-i sükûtdur.

         Validelerinin nesebleri, veliyyü'l-kâmil Fâtımîdir. Kürtlerce pîr Hızır denmekle ma'rufdur. Tevellüdü takriben 1190'dır. Baban sancağınınn Karabağ kasabasında doğmuştur. Süleymaniye'ye beş mil mesafededir. Bu kasabada büyümüş ve Kur'ân-ı kerîm sarf, nahiv okumuş, henüz âkil, baliğ olmadan, nesirde, nazımda akranına kat kat faik olmuşdur. Daha gençliğinde zühde, açlığa ve tecrîde kendini alıştırmış, sonra ulûm-ü nâfiayı tahsil için uzak memleketlere gidip, okudukdan sonra memleketi civarında, âlim ve âmil ve ahlâk-ı hamîdeye mâlik şeyh Abdülkerîm Berzencî (k.s.) den ve âlim-i muhakkik Salih ve Molla İbrahim-i Beyân ve Şeyh Abdürrahîm-i Berzencî'den ilim tahsil etmişdir. Daha sonra Süleymaniye'ye dönerek orada Mutavvel, hikmet okumuş bilâhare Bağdad'a gitmiş, orada da, ilm-i usûlden muhtasar mün-tehâ'yı okumuş, sonra memleketine avdetle meydân-ı tahakkukda cümlesini sebkat etmiştir.

         Müşkül ve suûbetli ibarelerden her ne sorulsa derhal cevap verir bir kuvve-i hafızaya ve hâriku'lâde zekâya mâlikdi. Normalin üstündeki ilmiyle iştihar edip, şöhreti bütün aktâr-ı arza yayıldı. Bazı medrese müderrisliği teklif edilmişse de, zühdünden nâşî: "Ben bu makama ehil değilim" diyerek kabul etmedi.

         Bilâhare Sündüc taraflarına giderek, hesap, hendese, usturlab-ı felekiyeyi, Sündüde âlim müdekkik ve her derdin şifâsı, o zatın işaretinde olan Şeyh Muhammed  Kâsım-ı Siindücî'den ikmâl-i ilim ederek vatanına dönmüştür. Süleymaniye'deki âlim şeyh-ı muhterem Abdülkerîm 1213 taundan vefat edince, onun medresesine müderris olarak tâliblere neşr-i ulûma başladı.

         Dünyaya ve ehline meyil vermeyip, ibâdetini Cenâb-ı Hak'ka hasr etti. Hak yolunda tebliğ-i ahkâmda, lâimin levminden korkmazdı. Sözleri te'sirli, sîreti makbul ve mahmûd idi. Her hususda azimetle amel eder, akranı kendisine hased ederlerdi. Fakr, kanâat, sabır ile muttasıf ve azîz idi. Bütün vaktini istiğrak halinde îfâya ve tâata hasr etmişdi.

         1220'de Beytullahi'l-Harâm'a haccın şevki cezb etti ve hayrü'l enâm aleyhi's-salâtü ve's-selâm Efendimizin Ravza-i münevveresini ziyaret muhabbeti düştü. Bütün alâkalardan sıyrılarak Allah (c.c.) ve Resulü (s.a.s.)'in yoluna muhaceretle Musul, Diyarbakır, Reha, Şam, Halep, Hicaz'a azimet etti. Mezkûr beldelerde meşhur muhaddisînden Şeyh Muhammed  Küzberîye uğrayak sohbetde bulundular. O zâttan hadîs dinledi ve hadîs aldı. O zât Mevlânâ Hâlid'i (k.s.) kendine yakın kıldı ve onun husûsî tilmîzi şeyh Mustafa Kürdî'den, şeyhine inâbeten Kâdirî'den icazet aldı.

         Mevlânâ Hâlid (k.s.) Medîne-i Münevvere'ye vâsıl olunca, Resûlullâh (s.a.s.)'i bir kaside ile farisî olarak belîğ bir methiye ile övdü. Orada huccâcın kaldığı kadar kaldı. Mescid-i Nebevinin devamlı bir güvercini gibiydi.

         Mevlânâ (k.s.) buyurdu ki: Medîne-i Münevvere'de nasihati ile teberrük etmek için sâlihlerden bir kimse aradım. Gördüm ki, bir adam abdest alıyordu. Fakat evvelâ ayağını, sonra kolunu yıkadı ve daha sonra yüzünü yıkadı. Kalbime, "Bu adam abdest almasını bilmiyor" diye geldi. O anda bana doğru döndü ve sert sert bana bakdı, dedi ki: "Mekke'ye varınca böyle şeylere karışma!" Büyük adam olduğunu hemen anladım. Özür diledim ve sordum; Yemenliymiş. Bir câhilin bir âlimden isteyeceği nasihati istedim. Birçok nasihat ettikten sonra buyurdu ki: "Mekke'de zahir şeriata muhalif bir kimsenin hareketini görürsen inkâra tasaddû etme!'

         Vaktaki Harem-i Şerife vardım ve o zatın ettiği nasihat ile amel etmeği tasarladım. Bir deve kurban etmenin sevabını almak için erkenden Harem-i Şerife vardım. Kâbe-i Şerîfe karşı oturdum. Delâil okumaya başladım. Karşımda siyah sakallı avam kıyafetinde Beytullah'a arkasını dönmüş, aramızda hâil olmayarak bana yüzünü çevirmiş bir adam gördüm. İçimden dedim ki: "Şu adamın terbiyesizliğine bak!' Hemen bana dedi ki: "Mümine hürmet Kâ'beye hürmetten indallah büyükdür. Neden benim arkamı Kâbeye dönüp de sana teveccüh ettiğime itiraz ediyorsun? Sana Medine'de söylenen sözü ne çabuk unuttun?" dedi. Ben o zatın evliyâullahdan olduğuna şüphe etmedim, Halkdan bu gibi tavırla kendini gizlemiştir, diye eline kapandım. Kusurumun afvını rica ettim, beni Hak'ka irşâd etmesini istedim. Buyurdu ki:

         "Senin fütuhatın bu diyarda değildir1.' Ayağını kaldırdı, "Delhi'ye bak" dedi. Baktım, o anda Delhi'yi ayan beyân gördüm. Şu anda hâlâ gözümün önünden gitmedi. Yine buyurdu ki, "Senin fütûhun, arzın o kutrundadır. Sana oradan işaret gelir" dedi. Haremeyn'de beni maksûduma irşâd eden bir zâtın tahsilinden me'yûs oldum. Menâsik-i Haccı ifâ ettikden sonra Şam-ı şerîfe döndüm. Şam'a bu ikinci gelişimde buluşduğum ulemâ ile sohbetimizden, onların kalblerinde muhabbet uyandı!'

          Bundan sonra vatana avdet edip zühdünü artırmış, evvelki seyyiâtını da hasenat etmişdir. Bir gün, Abdullah Dehlevî (k.s.) Hazretlerinin dervişlerinden bir Hindli geldi. Mevlânâ (k.s.) ile görüşdü ve kendi şeyhinin nakşî tarikatından ve ahlâk-ı Muhammedi ile mütehallık, hakikat ilmine âlim ve âmil bir mürşid-i kâmil olduğunu, Cihânâbâd'a gidip onun hizmetine sülük ederse muradına nail olacağını söyledi. Bu Hindlinin sözleri kalbinde nakş oldu ve gitmeğe karar verdi. Tedrisât vazifesini terk etti. Beyaz develerle ıssız sahrayı tay' ederek Tahrân'a vardı. Orada İsmâîl Kâşî isminde bir müctehidle tanışarak uzun mübâhaselerden sonra İsmâîl Kâşî'yi mebhût etmişdir.

         Sonra Bestam'a gitti. İmâm-ı tarikat Bâyezîd-i Bestâmî (k.s.) Hazretlerini ziyaret etmiş ve bir Fârisî manzume ile medh etmişdir. Harkan, Semman ve Nişabur'a uğramış oralardaki evliyâul-lahı ziyaret etmişdir.

         Oradan (Tavs)a varmış, orada bulunan Seyyid Celîli'l Menus, İmâm Alî Rızâ'yı ziyaret etmiştir. O beldede bid'atler çok olduğundan, durmadan yoluna devam etmişdir. Oradan Herat'a varıp ulemâsıyla sohbet, mübâhase ve muhavere etmişdir. Efgan ulemâsı Hâlid-i Bağdadî (k.s.)yi, sahili olmayan bir denize teşbih etmişler ve cümlesi fazlını i'tirâf etmişlerdir.

         Oradan vedâından, birkaç mil gittikden sonra, acâib haller görmeye başladı. Yol esnasında Kandehar, Kabil ve Dârü'l-ilim'de müşavere ettiler.Bu beldeler ulemâsı da, mumaileyhi korkunç bir sel ve şiddetli fırtına gibi tavsîf ettiler. Oradan Lahor'a ve daha başka bir kasabaya vardılar. Orada âlim-i tahrîr, veliyy-i kebîr şeyh Muammer Senâullah en-Nakşıbendî'nin yanına varıp, ondan dua ve imdâd istediler. Mevlânâ (k.s.) buyurur ki: "O gece vakıamda yüzüme mübarek dişlerini geçirdi ve beni çekmeğe başladı. Fakat ben çekilmedim. Sabah olunca huzuruna vardım. Ben rü'yamı söylemeden dedi ki: "Sir alâ bereketillâhi teâlâ ilâ hizmet-i ahînâ ve seyyidinâ eş-şeyh Abdullah"; O'nu işaret ederek, "Senin fütûhun ve maksûdun şeyhinin yanındadır. Oradan vesîka alınır ve ahidler dahî oradandır" dedi.

         Ben anladım ki, şeyhimin kuvvetli câzibe-i himmeti beni kendine çekmişdir. O kasabadan da ayrılarak Cihânâbâd ismiyle marûf (Delhi)ye gittim. Delhi'ye tam bir senede varabildim. Kırk konak kala nefâhat ve işârâtı gelmeğe başlamışdı. Ben varmadan havassı eshâbına benim geleceğimi haber vermiş!'

         Şeyhine kavuşduğu zaman, Mevlânâ (k.s.) bir Arapça kasîde ile şeyhini medh ve himmetini taleb ve Cenâb-ı Hak'dan kabulünü rica ile, matlûbuna vâsıl olduğu için Hâlık-ı zü'l-Celâle hamd ve senada bulunmuşdur.

         Delhi'ye varıp şeyhine kavuştuktan sonra, havâyic-i seferi-yesinden artan her nesi varsa hepsini müstahaklarına dağıttı. Ondan sonra Hind diyarı meşâyıhının şeyhi, tarîkler kutbu, hakikatler ma'deni, kâmil ve mükemmil şeyh Abdullah Dehlevî (k.s)den ahz-i feyz etmişdir. Orada telkîn olunan zikir ve mücâ-hede ile beraber, bir zaviyenin hizmetiyle de meşgul olmuş, beş ay içinde ehl-i huzur ve müşahede sahibi olmuşdur. "O, Allah in ihsanıdır; onu dilediği kimselere verir" (2/63) ve "Allah çok büyük ihsan sâhibidir.'72/64J

         Cenâb-ı Hak'kın bazı sevgili kullarına bahş ve ihsan ettiği bu devlet için, kulun iftihara hakkı yoktur. Hâlık-ı zü'l-Celâl istediğini bir lâhzada vâsıl-ı gaye kılar; bazılarını da birkaç senede. Nitekim, Minhâcü'l-Âbidîn'de, Abdullah Dehlevî Hazretleri (k.s.) eshâbına mübarek elleriyle yazdıkları mektubunda, Mevlânâ Hâlid (k.s.) Hazretlerinin, evliya indinde meşhur olan (Fena ve Bekâyı-etemmeyn) ile nâil-i meram olduğunu beyân buyurmuşlardır.

         Bir sene şeyhine hizmet ettikdeh sonra müsterşidini irşâd ve sâlikini terbiye için, vatanına avdet etmek üzere izin çıkdı. Şeyhi, Abdullah Dehlevî (k.s.), Mevlânâ Hâlid Hazretlerini dört mil mesafeye karar teşyi' ettiler. Elli gün süren kara ve deniz yolculuğundan sonra memleketine vâsıl oldular. Fakat yol esnasında yiyip içmeyi terk edip, yalnız zikir ve ibâdetle gıdâlandılar. Avdetinde Şirâz ve Isfahan taraflarında da irşâd kasdıyla va'z ve nasihatte bulunduysa da, Rafızî ulemâsı çekemediler. Karşılıklı münazaraya girişdiler ve neticede âciz kaldıkları için mumaileyhi katle tasaddî ettilerse de bir şey yapamadılar. Hattâ keskin kılıçlarını sıyırarak üstüne yürüdülerse de muvaffak olamadılar ve geri dönüp kaçtılar.

         Ondan sonra Hemedâna (Sündüc)e geldi 1226'da Süleymâ-niye'ye vâsıl oldular. Vatanının ileri gelenleri, ikram, i'zâzla karşıladılar. Şeyhinin işaretiyle o sene (Zor) beldesine gitti. Evliyayı ziyaretten sonra, Gavs-i a'zam Abdülkâdir Geylânî (k.s.) Hazretlerinin zaviyesine indiler. Orada halkı ahkâm, esas üzere irşâd etmeğe başladı. Beş ay bu hizmete devamdan sonra tekrar vatanına avdet ettiler. Fakat memlekette muasırları hased ederek adavet ve iftira ile hücum etmeğe başladılar. Onların yaptıkları çok çirkin iftiralara karşı hüsn-ü muamele ile dua ederdi. Süleymâniye'de ikinci defa olarak 1228'de münkirler, iftiranın büyüğünü ele alan ehl-i garaz, Cenâb-ı Hak'kın şiddetli ikâbından dahî korkmadan, Bağdâd valisi, Safd Paşa'ya içerisi küfür ve dalâlet ile dolu bir mektubu mühürleyip gönderdiler. Bununla Mevlânâ (k.s.)nın Bağdad'dan çıkarılmasını istediler.

         Bağdat valisi, mektubu sabık müftülerden Mehmed Emîn Efendiye gönderdi. Bu arada Bağdat ulemâsı da idâre-i maslahat için, Mevlânâ Hâlid Hazretlerine: "Siz yine eski vatanınıza teşrîf edin" diye tavsiyede bulundular. Bunun üzerine tekrar vatana döndüler. Bu seyahatte, Kerkük, Erbil, Musul, Amâdiye, Ayıntab (Antep), Halep, Şam, Medîne-i Münevvere, Mekke-i Mü-kerreme ve Bağdat halkı çok istifâde ettiler. Mumaileyh (k.s.) Hazretleri gayet cömert, ahlâkı hamîde sahibi, ezaya mütehammil, lisânı belîğ ve tatlı idi. Allah yolunda kendini levm edenlerin levminden sakınmaz, azîmet ile amel eder, eytâm ve erâmili korur, kendi yemeğini yer, kimseden taam kabul etmezdiler.

         Makâmât-ı Harîrî üzerine te'lifi varsa da tekmil olmamış-dır. Cibril'in hadîsi üzerine şerhi vardır ki, orada akâid-i İslâm'ı cem' etmiştir. Farsça yazılmıştır. Esasen ekseri eserleri Farsçadır. Bir de divânı vardır ki, onu 1235'te tertib etmiştir. Usûl-ü hadîs, tasavvuf ve rüsum tedris eder ve hastaları tedavi ederlerdi.

         Mumaileyh ehli ıyâlıyla Bağdad'dan Şam'a geldiler. Kınvat Mahallesi'nde yüksek bir ev alıp bir kısmını camiye vakf ettiler. Beş vakitte namazı orada kılarlar, haraba yüz tutmuş eski camileri ta'mîr ve ihya ettirirlerdi. Bu haller 1238'de olmuştur. Muhitine cûd ve senasını, ilim, hikmet ve faziletlerini neşr etti. Çok mürîdlerini başka beldelere göndererek tarîkat-i Aliyye-i Nak-şîbendiye'nin nurlarını dünyaya yaymışlardır.

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin Bazı Beldeler deki Halîfelerine Vasiyyeti

         "Besmele, hamdele ve salveleden sonra size vasiyyet ederimki;" "Sünnet-i Seniyyeye şiddetle temessük edin. Rüsûm-ü câhi-liyeden i'râz ve merdûd bid'atlerden sakının. Şatafât-ı Söfiyeye aldanmamanızı emr ederim. Vezîr, emîr, paşa ve birtakım avam kimselerle sohbeti terk ediniz. Zîrâ, kötü ittihamlara uğramanıza sebep olur. İki fesâd taarruz ettiğinde ehvenini seçmeniz gerektir. Gayrın nasihati ile ittihaz eden kimse saîddir. İhvanın ihtiyaçlarım görmek ibâdetten olduğu, sizi tevehhümde bırakmasın. Zîrâ, bu kaza daha büyüğü bulunmadığı takdirdedir. Melîkler, emîrler ve zâlim kimselerle beraber bulunmayın. Çünkü, sizde onları ıslâh edecek kuvvet yokdur/ve onları gıybet ve seb etmeyin. Kendinizi büyük sanıp da gururlanmayın. Onları zulme nisbet edip de, kendinizi sulehâdan saymayın. Zîrâ bu zan, cehil ve ucübdür. Onlara ıslâh ve tevfik ile duâ etmeniz lâzımdır. Peygamber (s.a.s.) Efendimizden, İmâm-ı Taberânî (Mucem)inde, bu hakka dâir bir hadîs rivayet etmiştir ve bu hadîs-i şerîfde: "Ümmete sövmeyiniz, onları ıslâha çağırınız, çünkü onların salâhı sizin salâhınızdır." buyurmuşlardır.

         Bugünden sonra onları tarîkate almayın. Şehvet-i dünyaya dalıp hep dünyadan bahs eden tüccarları ve ulemâdan, talebe-i ulûmdan, ilimlerini şöhret ve câh için vesiyle kılanları da almayın. Bir de, batâlet ve tembelliklerini tarîkate isnâd edenleri ki, bunlar halkın yanında salâh-ı hâl gösterip de yüklerini halka tah-mîl ederler, böylelerini de almayın ki, bunlar dünya mansıbla-rından bir rütbe gördükleri vakit, kaplanın avına sıçradığı gibi atılırlar. Onlar hulefâdan biriyle müsâvî sayılsalar, hoşlanmazlar. Hele bir mürîdle denk tutulsalar, gazaplarından kükrerler. Şöhret için hilâfet arzu ederlerse, onlardan kaçının. Zîrâ onları görerek halkdan bazıları da hilâfet hevesine kapılırlar ve bu vâsıta ile para toplama çabasına düşerler.

         İyi bilin ki, sizin bana en ziyâde sevgiliniz.etbâınızın pek az olanıdır ve ehli-dünyaya alâkası olmayanıdır. Zahmet ve meşakkati fazla olandır. Fıkıh ve hadîsle meşgul olanınızdır. Bir hadîs-i şerîfde meâlen, "Bir kimse sultâna ne kadar yakın olursa Cenâb-ı Hak'ka o nisbette uzak olur" buyurulmuşdur.

         Bir kimsenin etbâı ne kadar çok olursa, şeytanı da o kadar çok olur. Şu halde, dünya malı, şöhret ve câh için tama' etmek, dîni verip dünyayı almakdan başka bir şey değildir. Böyle olanların fesadı beyandan müstağnidir. Şeytan sizi aldatmasın. Hem sizin etbâmız çoğalırsa her gün Kur'ân-ı kerîm'i hatim etmek kolay olmaz. Zikr ettiğimiz zemîmelerden ârî, tâlib ve sâdıklardan bir tanesi, binlerce battâlînden ahsendir. Hatm-i Kur'ân için otuz mürîd kâfidir. Komşulardan muhlisler ile de mümkün olur. Eğer kolay olmazsa, "Allah bir kimseye ancak gücü yettiği kadar teklif eder." (2/65) ilâhî hitabı hatırlanmalıdır.

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin Mürîdlerine Vasiyetleri

         "Besmele, hamdele, salveleden sonra Cenâb-ı Hak'dan havf ve haşyet etmeği size vasiyyet ederim!'

         "Sonra insanlara eziyyet etmemelisiniz. (Hassaten Haremeyn-i Şerîfde.) Sonra hiç kimseyi gıybet etme. Her ne kadar başkaları sizin gıybetinizi ederlerse de. Nefsin için dünya menfaatlerinden bir şey alma. Alırsan şer-i şerife uygun al ve aldığını da hayra sarf et. Mü'min kardeşlerin aç ve muhtaç iken, şehevât-ı nefsâniyene sarf etme. Bir kimseyi tahkîr etme. Nefsini hiç kimsenin fevkında tutma. İbâdât-ı kalbiye ve bedeniyede içtihadını bezi ile hayır ameli yapmadığını hesâb et. Niyyet, ibâdetin ruhudur. İhlâssız niyyet olmaz. Senden büyükde ihlâs olmazsa sende olmayacağı aşikârdır. Eğer sen kendini her hayırda müflis görmezsen, bundan büyük cehalet olmaz. Kendini müflis gördüğün vakitte, Hak'kın rahmetinden ümidini kesme. Zî-râ, Cenâb-ı Hak'kın fazlı ve rahmeti kul için ins ve cinnin ibâdetinden hayırlıdır. "De ki: Allah'ın ihsanı ve rahmeti ile, ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların tapmakta olduklarından dünya menfaatlarından daha hayırlıdır." (2/66) (İbn-i Abbas (r.a.) da "Kazandıkları her şeyden hayırlıdır" demişlerdir.)

         Cenâb-ı Hak'kın fazlını, ibâdâtını terke sebeb kılma ki, şeytan, insanın aklıyla oynayıb da aldatmış olmasın. Zikr-i kalbe devam et. Sana zikirden bıkkınlık gelmesin. Yürürken dahî olsa, Cenâb-ı Hak'kın havi ve kuvvetine temessük et. Sâdât-ı kibar (kaddesallahü esrârehüm) Hazrâtımn rûhâniyetlerinden is-timdâd et. Hamele-i Kur'ân, ehli-ilim ve hafaza-i Kur'ân'a ikram et. İmkân oldukça kırâet ile iştigâl et. Fıkıh ilmine başka ilimlerden fazla önem ver. Huzûr-u kalbî sizi fıkıh ilmiyle uğraşmakdan alıkoymasın. Zîrâ bu hal, meşrebin darlığından ve tabiatın adem-i vüs'atindendir. Hükümetin işlerine karışma, velev seni taleb etseler dahî. İmâm-ı Müslimînin, vüzerâmn ve ümerânın ıslâh-ı hâline dua et. Cenâb-ı Hak'dan İslâm'ın küfr üzerine gâlib gelmesi için dua et. Vücûdunu terke, mevcudunu bezle âmâde ol. Bulunana kanâat göster. Sâhib-i makâm-ı Mahmû -d'un sünnetine temessük et.

         Nafile namaz, teheccüd, işrâk, evvâbîn, duhâ namazlarına devam et. Dâima abdest üzere ol ve: (2/67) teşbihini (bu tesbîh hakkında hadîs-i şeriflerde yüz defa söylenmesi tavsiye buyurulmuştur) üç kerre okumağa devam et. Sal-lallâhü teâlâ ve selâmühû aleyhi ve alâ âlihî ve sahbihî ebede'l-ebedeyn vel hamdülillâhi Rab'bi'l-âlemîn"

         Mevlânâ Hâlid (k.s.) Hazretlerinin irtihâli yaklaşınca Cenâb-ı Hak ona irtihâlini münkeşif kıldı. Kabr-i mübârekinin hazırlanmasını emretti. Salihiyye'de kabrinin mekânını ta'yîn etti. Samın hâricinde, (Kasiyon) dağının altındaki tepede, kırklar makamının karşısındadır. Kabrin kazılması tamam olunca, üçüncü günü hastalandı ve 1242 yılı Zilka'de'sinin onbirinci günü Cum'a gecesinde irtihâl ettiler. Tâûn salgınının ondördüncü gününe tesadüf etti. Cenâb-ı Hak, şehâdet-i müteaddideyi cem' etti. Vefatından evvel halifeliğine şeyh İsmail Kürdî'yi vasiyyet ettiler.

         Her yaptığın işde maksadın Hak'ka yaklaşmak olsun. Yaşadığımız her dakikanın hesabını mutlaka Allah (C.C.)'a vereceğiz.

(2/67) Râmûz ve Tirmizî'den muhtelif rivayetler.
 


RABITA RİSALESİ  10 BÖLÜM


                               4. Mektup - Mevlana Halidi Bağdadi ks - Mektubat-ı Mevlana Halid Sayfa 115-116-117-118-119-120-121-122

         Mevlana Halid k.s.  bu mektubu Yüce Osmanlı Devlet-i Aliyesinin merkezinde bulunan büyük halifelerine göndermiştir.
         Allah c.c. nurlarını bizede akıtsın. Rahman ve rahim olan Allah�ın adıyla,

         Hamd Allah�a mahsustur. O bize kafidir. Salat-u selam Allah�ın seçtiği kullar üzerine olsun.
         Allah�tan şiddetli aşkı talep eden fakir kul Halid�den k.s., ulu hilafet merkezinde ikamet eden, ihlas ve kerem sahibi kardeşlerine. Allah c.c. saltanat merkezi istanbul�u hainlerin hilelerinden korusun. Allah�ın yardımı; orasını ve tüm İslam beldelerini himaye eden padişaha kıyamete kadar devam etsin!

         Hepinize kamil selam, hürmet ve ikram. Zatınızın sıhhatine delalet eden mektubunuz geldi. Münkirlerin devamlı sıkıştırmalarına rağmen aydınlık ve yüce tarikattaki sebatınız bizi sevindirdi. Defalarca Allah�a hamd ettim. Hakk�el-yakin sırlarından gafil olan bazı kimselerin rabıtayı bid�at saydıkları ve rabıtanın aslının, hakikatinin olmadığına itikat ettiklerine dair söylentiler bize kadar ulaştı.

         Hayır, öyle değildir. Hakikatte rabıta, yüce Nakşibendi tarikatının esaslarından büyük bir esastır. Hatta kitab-ı aziz ve sünnet-i resule yapışmaktan sonra Allah-ü Teala�ya vasıl olmanın en büyük sebebi rabıtadır. Hatta Nakşibendi sadatının bir kısmı terbiye ve talimde yalnız onunla yetinirdi. Bazısı da rabıtadan başkasını da emrederdi. Bununla beraber fena fillahın başlangıcı olan, fena fişşeyhe giden yolların en kısasının rabıta olduğunu kesin olarak söylerlerdi.

         Sadatımızın bir kısmı rabıtayı yüce Allah�ın c.c.;
         �Ey iman edenler, Allahtan korkunuz ve sadıklarla beraber olunuz� (Tevbe 119) mealindeki kavl-i celilesiyle isbat ederdi. Sadatımızın ulularından Şeyh Hace Ubeydullah Ahrar k.s.�ın sözünün hülasası şudur;
         �Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah�ın c.c. kelamındaki sadıklarla beraber olmak emri zahiri veya manevi beraberliği gerektirir. Manen beraber olmak ise rabıta ile tefsir edilmiştir.� Rabıta ise ehlinin nezdinde meşhur olup, Reşahat adlı kitapta tafsilatlıca yazılmıştır. Sanırım ki: Rabıtayı inkar edenler onun ıstılahtaki manasının ne olduğunu düşünmüyorlar. Şayet düşünselerdi rabıtayı inkar etmezlerdi.

          Rabıta: Tarikatta müridin, kamil ve fenafillah makamında bulunan şeyhinin ruhaniyetinden medet istemesidir. Şeyhin suretini düşünmek edep ve terbiyeyi muhafaza ettirir. Müridin şeyhinin yanında hazır olduğunu düşünmesi feyz alabilmesini sağlar. Huzuru ve nuru tamamlanır. Bu rabıta sebebiyle mürid, kötü ve çirkin işlerden uzaklaşır.

          Bunları, alnında Cenab-ı Allah�ın sapık olarak yazdığı, gazap ve mahrum olmakla damgaladığından başkası inkar edemez. Rabıtayı inkar eden kimse evliyaya inanıyorsa, onların sözlerini dinlemelidir. Veliler, rabıtanın güzel ve faydasının çok olduğunu söylemişlerdir. Hatta bu konuda görüş birliği etmişlerdir. Onların k.s. kudsi kelimelerini araştırıp, hoş sohbetlerinin kokusunu koklayanlara bunlar gizli değildir. Şayet rabıtayı inkar eden kişinin, velilere itikadı yoksa, şeriat imamlarının, usul-u fıkıh ile furu-u fıkıh ilminin üstadlarının sözlerine itikat etmesi lazımdır. Dört hak mezhepten imamlar açıkça veya imaen rabıtadan bahsetmişlerdir. Onların rh.a söylediklerinin bir kısmını burada zikredip, yerlerini de göstereceğim. Ta ki kalbinde hastalık bulunmayan kişiler oralara müracaat etsinler.Nefsani arzularına uyarak velileri inkar etmesinler. En doğru yola hidayet eden Allahü Tealadan tevfik dileyerek derimki:

          Cenab-ı Hakk�ın: �Şayet Yusuf (a.s) Rabbinin burhanını görmeseydi.� (Yusuf/24) mealindeki ayeti celilenin tefsirinde, ruhani tasarruf ve imdada işaret olduğunu, müfessirlerin çoğu açıkça söylemişlerdir. Müfessirlerin çoğunluğuyla aynı görüşte olanlardan biri de �keşşaf� tefsirinin sahibidir. Bu zat Zamahşeri mu�tezili olmakla birlikte der ki:
           � Ayetteki �burhan� kelimesi şöyle tefsir edilmiştir.: Yusuf a.s kadına yaklaşmak isterken �sakın, sakın� diye bir ses işitti.
          Hz. Yusuf a.s bu sese aldırış etmedi. Sesi ikinci sefer işitti yine önem vermedi. Üçüncü sefer �ondan yüz çevir� diye işitti. Bu söz de kendisine tesir etmeyince, Yakub a.s sureti �parmağının ucunu ısırır bir halde Yusuf�a göründü. Bazıları da Hz. Yakub a.s Hz. Yusuf�un a.s göğsüne eliyle vurduğunu nakleder. Bu hususta başka rivayetler de mevcuttur.�

          Hanefi imamlarından, eş şeyh imam Ekmelüddin, �Şerhü�l-Meşarik� kitabında Peygamber Efendimiz a.s:
          �Beni ruyasında gören, gerçek olarak beni görmüştür. Zira şeytan benim suretime girip de görünemez.� Hadisinin şerhinde demiştirki:
          İki şahsın ister uykuda isterse uyanık iken bir arada bulunmalarına sebeb, aralarında birleştirici bir unsur olmasıdır. Bu da beş şekilde gerçekleşebilir.
   1-Zatta ortaklık,
   2-Sıfatlarda ortaklık,
   3-Halde ortaklık,
   4-Fiillerde ortaklık,
   5-Mertebelerde ortaklık,
          Bu münasebetler nasıl düşünülürse düşünülsün, bu beş asıldan dışarıya çıkmaz. İki şeyin arasındaki birleştirici vasıflar, ayrıca sıfatlarla kuvvet bulması veya ondan daha zayıf olmasına göre, aralarında münasebet bulunan iki zatın birleşmesiyle çoğalır veya azalır. (Birleştirici sebepler ayırıcı sebeplerden fazla ise, birleşmeleri de fazla olur. Ayırıcı sebepler birleştirici sebeplerden daha fazla ise birleşmek ve görüşmek daha az olur.) Bazen birleştirici sebepler zıddı olan ayırt edici sebeblere o kadar baskın olur ki, muhabbet kuvvetlenir ve o iki şahıs birbirinden ayrılmaz. Bazen de bunun aksi olabilir. Kim bu saydığımız beş aslı tahsil ederde geçmiş zatların ruhları arasında münasebet kurabilirse, istediği zaman onlarla birleşebilir.�

          Yine Hanefilerden �El-Eşbah� kitabına haşiye yazan Seyyid Ahmed bin Muhammed   el Hamevi, �Nefahatül-kurb Vel-İttisal� kitabında özet olarak şöyle demiştir:
           �Muhakkak ki, velilerin ruhaniyetleri cisimlerine galip geldikleri için, bazen birkaç surette zahir olurlar. Sahih olarak rivayet edilen hadis-i şerifte peygamber efendimiz a.s:
           �(Kıyamette) Cennet ehlinden bir kısım, cennet kapılarının her bir kapısından çağrılır.� Buyurduklarında, Hz Ebu Bekir r.a
   -Ya Rasulellah a.s tüm kapılardan girebilen olurmu? Diye sorduklarında  Peygamber Efendimiz a.s
   -Evet, vardır. Seninde onlardan olduğunu ümid ederim.� Buyurdular. Bu hadis-i şerif söylediğimiz manaya delil kabul edilmiştir. (Cisim ile değil, ruhaniyet ile birkaç surette görüldüğünde, her kapıdan girebilmesi mümkündür.)

           Büyükler, ruh külli olduğu vakit, yetmişbin surette zahir olabilir demişlerdir. Bu dünyada böyledir, berzah aleminde ise bu suretlere girmesi daha da kolaydır. Zira berzah aleminde ruh cesetten ayrıldığı için, daha kuvvetli ve müstakil olur.

           Şafii imamlarından Gazali r.a ihya kitabındaki, namazın her ruknunde kalbin hazır olmasını anlatan babda şöyle der;
           Peygamber Efendimizin suretini ve kerim şahsını kalbinde hazır eyle. Esselamu aleyke eyyuhennebiyyu, derken inanki senin selamın kendilerine ulaşır ve O daha kamili ile sana cevap verecektir.

           Şeyh Şihab-i Hafacani�nin şeyhi olan Allame Şihab Ahmet El Mekki �Şerhul Bab� adlı kitabında, teşehhüd (tahaiyyat) kelimelerinin manalarını açıklarken şöyle der:
           �Esselamu aleyke cümlesi ile Peygamber Efendimiz a.s �e hitap edilmesinden maksat; namaz kılan ümmetinden Efendimizin haberdar olmasıdır. Bu şekilde Peygamber Efendimiz a.s namaz kılanın yanında bulunup, kıyamet günüde en faziletli ameli için şahitlik yapması mümkün olur. Ayrıca O�nun a.s. hazır olduğunun hatırlanması huşunun artmasına sebeb olur.� Sonra bu sözlerini İhya kitabında geçen yukarıdaki sözlerle doğrulamıştır.

           Şeyhlerin şeyhi, imam Arif Sühreverdi k.s.Avarifül Maarif adındaki kitabının, kurbiyyet ehlinin namazı konusunda İbn-i Hacer El Mekki�nin sözlerinin aynısını söylemiştir.
   Bir ibaresinde de:
   �Peygamber efendimize selam verip, O�nun a.s. şemalini kalbinin arasında tasavvur eder.� Demiştir.

           İbnü Abbas (r.a)�dan rivayet olunurki; O, Peygamber Efendimizi rüyasında görmüştür. Peygamber Efendimizin (a.s)�in aynasına baktı. O aynaya baktığında da kendisini değil, Peygamber Efendimizi (a.s) gördü. İşte bu, Tasavvuf ehlinin ıstılahında, rabıtadan fena olmaktır. Sözümüz ve itirazımız Peygamber Efendimizin sureti hakkında değildir, denilmesin. Zira biz deriz ki; bu, peygamberler (a.s)�in özelliklerinden değildir. Sırf peygamberlere ait olmayan özellik ve hasletler onlar ile veliler arasında müşterektir.. Ehil olanların nezdinde bunda hiç şüphe yoktur.
           Peygamber Efendimizden (a.s) başka birine hitap etmek namazı bozar. Namazda O�nun (a.s) suretini göz önüne getirmek, o suretin sahibine selam vermek, varlığın ruhu, Makamı Mahmudun sahibi olan Hz. Fahr-i Alemin özelliklerindendir. O�na aline, ashabına salat ve selamın en kamili olsun. Bunu anlatmak maksadımız değildir. (biz rabıtadan bahsediyoruz, namaz içindeki sureti hayaline getirmekten bahsetmiyoruz) Bunu anla�


           Yine Şafiilerden El Hafız Celaluddin es Suyuti, bu konuda yazmış olduğu örneklerle dolu, �Kitabül-Münceli fi Tatavvuril-veli� adlı risalesinde, Şafii olan İmam Sübki (r.a)�nin �Tabaktü�l Kübra� adındaki kitabından naklen şöyle der:
           �Keramet çok çeşitlidir. Kerametin yirminci bölümü, velinin bir halden başka bir hale geçmesidir ki, sufiler buna misal alemi derler. Sufiler, ruhların cesetlere girmesi ve çeşitli şekillerde olmalarınında misal aleminde olduğunu söylemişlerdir.� Buna delil olarak da Cenab-ı Hak Teala�nın: �Cibril (AS) Meryem için kamil bir insan suretine girdi� (Meryem,17) kavli celilesini gösterirler. Yine değişik suretlere girmeye misal olarak Kadibü�l-Ban�ın kıssasını ve başkalarını zikr etmiştir.
           Yine Şafiilerden İmam eş-Şarani (k.s) �en-Nefahatü�l Kudsiyye� adındaki kitabında zikrin edeplerini sayarken şöyle demiştir.
           �Yedinci adab, kendi şeyhinin şahsını (suretini) iki gözünün arasında tasavvur etmektir. Bu, sufilerin nezdinde edeplerin en sağlamıdır� Ben diyorum ki, sufilerin güvenilir kitaplarının hepsi şahittir; biz Nakşibendiyye zümresinin yanında rabıta bundan başka bir şey değildir. Şafiilerden, allame es-Setiri el-Halebi, Buhari�nin şerhinde; Buharinin �Sonra Peygamber Efendimiz (a.s)�e tek kalmak sevdirildi� sözünü açıklarken şöyle der:
           -�Şeytan aleyhi�l-lane Peygamber Efendimiz (a.s) suretine giremediği gibi, kamil velilerin suretlerine de giremez.� Ancak kitabında, bunu bir şarta bağlamıştır. O da mürşid-i kamilin hakiki suretine giremez. Başka bir surete girebilir veya ufak bir noksanlıkla O�na benzeyebilir. ayırt etmekte güçdür.


            Hanefi alimlerinin büyüklerinden, alleme seyyid Şerif el-Cürcani (k.s) Mevakıf kitabının şerhinin sonunda, İslami fırkaların zikrinden hemen önce ve �Şerhu�l-Matali� kitabının haşiyesinin hemen başlarında, velilerin suretlerinin müridlerine görünmeleri, ölümlerinden sonra da olsa sahih olduğunu, hatta müridlerin kendilerinden feyz alabileceklerini söylemiştir.

            Yine Hanefilerden, İmam el-arif billah, eş-Şeyh Tacüddin el-Hanefi en-Nakşibendi el-Osmani (k.s), Taciyye adındaki risalesinde Allaha ulaşan yolları beyan ederken şöyle der:
   -Üçüncü yol, müşahade  makamına vasıl olmuş ve zatiye sıfatlarını kendinde bulundurmuş olan şeyhin rabıtasıdır. Zira;
            �Onlar öyle kişilerdir ki, görüldüğü zaman Allah (c.c) hatırlanır.� (6) mealindeki hadis-i şerif mucibince, onları görmek, zikrin faydasını verir. Böyle bir mürşidin sohbeti ise �Onlar Allah (c.c) ile meclis kuranlardır.� (7) sözünün gereği olarak, Allah-u Tealanın sohbetinin verdiği neticeyi verir. Öyle ise şeyhinin suretini hayalinde muhafaza edersen ve çam kozalağı şeklindeki kalbine yönelip, kendi nefsinde kaybolursan, fena fiş-şeyh makamına erersin. Terakki ve yükselişten döndüğün vakit, şeyhinin suretini sağ omzunun üstüne alıp, omzundan kalbine doğru bir çizgi gibi uzatacaksın. Şeyhin�i o çizgi üzerine getirip, kalbine koyacaksın. Böyle yapmakla senin için fena hali ve kendinden gaybet ümid edilir. Muhakkiklerin önderi ve müteahhirlerin imam-ı olan el-arif billah Teala eş-şeyh abdulgani en-nablusi el Hanefi �Miftahu�l-Maiyye� adındaki Taciyye�nin şerhinde, bu geçen sözü takviye edip aynı yolla hareket etmiştir.


            Hambeliye mezhebinin alimlerinden ulu gavs ve yüce imam efendim Şeyh Abdülkadir el-Ceyli (k.s) şöyle der.:
            Fakir -Hak yolcusu salik- kişi veliler ile rabıta kurar. O rabıtadan dolayı da, onlardan faydalanır. Zahiren onlara fazlaca ikramda bulunmazsa da sakınca yoktur. Yabancı olup da onlara Batıni rabıta yapmayan kişi onlardan faydalanamaz. Bu sözler, İmam Sühreverdi�nin Avarif adındaki kitabının, müridin şeyhi ile olan edepleri babında zikr edilmiştir. Ben diyorum ki, bu konuda büyük alimlerin sözleri sayılamayacak kadar çoktur. Bunda apaçık bir delil vardır ki, veliler için vefatlarından sonra gerçekleşen bir nevi tasarruf vardır. Bu konuda bir çok muhakkikler, ifadeleri yaklaşık aynı ve kesin olan risaleler yazmışlardır. Onun için hidayet yoluna ulaştırılan kişi bunu inkar etmekten sakınsın, zira inkarı tehlikelidir.
            Malikiyye Mezhebindeki imamlardan büyük imam, meşhur Muhtasar�ın sahibi Şeyh Halil (rh.a) şöyle diyor:
            �Bir veli, velayetinde sabit olduğu zaman, ruhani suretlere girmeye gücü olur. Birkaç surete girme kudreti kendisine verilir. Bu ise muhal değildir. Zira Müteaddit olan zahiri cisim değildir, ruhani suretlerdir. Arifi billah kişilere göre, ruhaniyette birkaç surete girmek bilinen şeylerdir�. Yukarıdaki bilgilere el Hafız Es Suyutinin adı geçen kitabından alınmıştır.


             Yine Hafız es Suyuti adı geçen kitabında, maliki şeyhlerinden, iki büyük imam olan eş Şeyh Ebul Abbas el Mursi ile talebesi İbni Ataullah el İskenderi (k.s) den bu manadaki durumları, rivayet etmiştir. İşleri ümmetin yükünü çekmek ve dertlerine şifa bulmak olan veliler ve büyük alimler bu hükümleri bu kadar açıkladıktan sonra, avam tabakasından olan kişiler, nasıl bu hakikatleri inkar ederler? Halbuki büyüklerin bir kısmı, vasıtasız olarak ledünni ilmi, baki olan el Hayyul Kayyümden (c.c) alırlar. Usandırmaktan ve yormaktan korktuğum için bu kadar ile iktifa ettim. Yoksa yardım edici olan Melik-i Zülcelal (c.c) in yardımıyla, bu konuda bir çok meseleyi içine alan bir cüz kitap yazacaktım. Kamil velilerin (k.s) hallerini inkar eden din kardeşlerimize şefkat etme riayeti olmasaydı, bu sırların bazılarının açıklanmasına yönelmezdim. Beni bu sırların açıklanmasına zorlayan iki sebep vardır:


             Birincisi, tarikat; Allah (c.c) a vasıl olmanın yoludur. Allah Tealanın rızasını ve Peygamberimiz (a.s) ın sevgi ve ahlaklarını kazandırır. Yükselmeye vesile olur. Tarikatın esasları; fırka-i Naciye olan ehl-i sünnetin akaidine yapışmak, azimetleri alıp, ruhsatlardan kaçınmak, devamlı Allahu Tealaya yönelip, kontrol edildiğini düşünmektir. Dünyanın süs ve zinetinden, hatta Allahın (c.c) masivasından yüz çevirmek, hadis-i şerifte �ihsan� ile tabir edilen Allah ile bulunmayı alışkanlık haline getirmektir. Hadisi Şerifte:
             �(İhsan odur ki, Allahı (c.c) görür gibi ibadet yapmandır. Zira, sen Onu görmesen de, O (c.c) muhakkak ki seni görür.)� buyurulmuştur. Yine bu yol cemiyet ve cemaat arasında olduğun vakit, tek başına olduğun vakit ki gibi zikir ve fikirle meşgul olmaktan ibarettir. Bunlarla birlikte, din ilimlerini öğrenip, istifade edip, başkalarına faydalı olmaktır. Müminlerin avam tabakasındaki kisve ve kıyafetine girerek, zikrini gizlemek, nefeslerini o kadar muhafaza etmek ki, kerim olan Allah (c.c) tan gafil bir nefes dahi alıp vermemek ve en yüce ahlak sahibi olan fahr-i Alem (a.s) ın ahlakıyla ahlaklanmaktan müteşekkildir. Bu özelliklere sahip olan tarikatı korumak için, bunları yazdım.


             Hulasa-i kelam bu tarikat şerefli Sahabe-i Kiram (r.a) ın yollarının ta kendisidir, üzerinde bir fazlalık ve eksiklik yoktur. Hakikatte o, kitap ve sünnetin azimetleriyle amel etmektir. Bunun içindir ki, tarikatın imamı, mahlukların gavsı, hak, hakikat ve dinin ziyneti, Şah-ı Nakşibend diye tanınan Es Seyyid Muhammed   el Buhari (k.s) şöyle demiştir:
             �Kim tarikatımızdan yüz çevirirse onun dini büyük bir tehlikededir.�
             İkinci sebep ise, sizleri, gafillerin uydurmaları ve çirkin olan şeyleri güzelleştirmelerine karşı uyandırmaktır. Şayet inkar edilirse, onun uğursuzluğu �Allah korusun- öyle bir kapıya değecektir ki, sadık fakirler devamlı Allahu Tealaya yalvarıp, o kapının takviyesi, baki kalması, hasedçilerin ve düşmanların fitnelerinden korunması için dua ederler. Bu fakir, geçen edeplerin hepsini, yerine getirmeyi sizlere tavsiye eder. Kitap ve sünnete muhalif olan, Peygamberimiz (a.s) ile sahabeler (r.a) ın yollarına ve hidayetlerine tabi olmayandan uzaklaşıp, Allahu Tealaya sığınmanızı hatırlatır; sizleri sabah ve akşamleyin, İslamın dayanağı olan Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye�nin doğrulukla devamı ve din düşmanları ile çirkin mürtedlere galip olması için dua etmenizi emr ederim. Allahın selamı, rahmeti ve bereketi başta ve sonda sizlerle olsun.


"Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye Işığında İslam Tasavvufu ve Nakşibendi Tarikatının Esasları" adlı kitaptan alıntıdır.

 




Örnek Sokak 1a, 12345 Örnekşehir
+90 1234567890